Sağlık Bilimleri ve Risâle-i Nur 1

Cenâb-ı Hakk'ın Hafiz ismi tüm genetik bilgileri, bu gözle görülemeyen nükleik asit parçacıklarına yükleyerek muhafaza etmiştir. Günümüz itibariyle yapılan tüm genetik çalışmalar bu şifreyi çözmeye yöneliktir. Yine insan nevinin çoğalmaya meyilli olduğu bilinmektedir. Tüm yaratılmışlar içerisinde yaratılış biçimi Kur'ân'da açık şekilde izah edilmiş olan bir yaratık olarak da insanın yeri ayrıdır.

1 – İNSAN

En güzel şekilde yaratıldığı Kur'ân'da ifade edilen insan, madde yönüyle ise diğer biyolojik canlılara benzer temel element ve hücrelerden meydana gelmiştir. İnsan ve diğer canlıların % 96'sı karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi temel elementlerden oluşmaktadır. İnsan nazik ve nazenin bir kudret mucizesi şeklinde yaratılmıştır. İnsan en güzel şekilde yaratıldığı ve geniş kabiliyetler verildiği için imtihanı da o ölçüde kritik olmaktadır. Yine insan, yaratılışın neticesi olarak ve oldukça san’atlı olarak yaratılmıştır. Buna karşın, geçmiş lezzetleri ve gelecek belâları düşünmek vasıtasıyla, hayvana nispeten kederli ve meşakkatli bir hayat geçiriyor.

İnsan biyolojik ve anatomik gelişim için zamana ihtiyaç duyar. Maddî olarak gelişmesi (doğarken konuşamaması, yürüyememesi vb.) için bir zamana ve öğrenmeye ihtiyacı olduğu kesindir. Yani "İnsan bu dünyaya taallümle tekemmül için gönderilmiştir."

Özel bir yeme-içme, barınma ve sıhhatli olma gibi temel hayat şartlarına ihtiyaç hissetmesi de insana ait bir özelliktir. Sağlığında en ufak bir bozulma onun neredeyse tüm fonksiyonlarını bozabilmektedir. Akıl, kalp ve ruh itibarıyla diğer yaratıklardan farklı olan insanda, bu üçü arasındaki denge ve intizamın, kâmil bir insan anlamına geleceği de gayet açıktır. Bu üç özellik itibariyle de diğer yaratıklardan farklıdır. Böylece analiz ve sentez gücüne sahip bir yaratık olma özelliğine sahip olur.

İnsanın, sosyal bir varlık olması itibariyle diğer bireylere de ihtiyacının olması, onu diğer yaratıklardan ayıran önemli bir özelliğidir. Diğer canlılardan insanı ayıran en önemli özelliklerden biri de, insanın bir ferdinin diğer canlıların bir türüne denk olacak donanımda olmasıdır. Bu konu Risâle-i Nur'da özetle şöyle izah edilmektedir: "İnsanın bir ferdi, başka mahlûkatın bir nev'i gibidir. Zira insandaki o nur-ı fikir, emellerine, ruhuna öyle bir inkişaf, öyle bir inbisat vermiştir ki, bütün zamanları yutsa doymaz. Zira ondaki o yüksek fikir, insanın mahiyetini ulvî, kıymetini umumî, nazarını küllî, kemalini gayr-ı mahsur, lezzet ve elemini daimî kılmıştır. Başka nevi'lerin fertleri ise, böyle değildir. Onların mahiyetleri cüz'î, kıymetleri şahsî, nazarları mahdud, kemalleri mahsur, lezzet ve elemleri ânîdir. Bundan anlaşılıyor ki, insanın bir ferdi, sair mahlûkatın bir nev'i hükmündedir. Binaenaleyh, o nevilerde görünen şu kıyametlerin ve haşir ve neşirlerin keyfiyetleri nasılsa, efrad-ı insaniye de öyledir."

2- Risâle-i Nur perspektifiyle sağlık

Bediüzzaman, hastalıklara daha geniş bir perspektifle hem maddî, hem de mânevî hastalıklar nazarıyla bakmıştır. Bediüzzaman; "Tıp bir fendir, hem bir san'attır. Onun da nihayeti ve hakikatı; Hakîm-i Mutlak'ın Şâfî ismine dayanıp, eczahane-i kübrası olan rûy-i zeminde rahîmane cilvelerini edviyelerde görmekle tıb kemalâtını bulur, hakikat olur." der, Yine '"Kur'ân, Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nasıl ahlâk-ı ulviyesine ittibaa beşeri sarihan teşvik eder. Öyle de, şu elindeki san'at-ı âliyeye ve tıbb-ı Rabbanîye, remzen tergib ediyor. İşte şu âyet işaret ediyor ki: En müzmin dertlere dahi derman bulunabilir. Öyle ise, ey insan ve ey musibetzede benî-Âdem! Me'yus olmayınız. Her dert, -ne olursa olsun- dermanı mümkündür. Arayınız, bulunuz. Hattâ ölüme de muvakkat bir hayat rengi vermek mümkündür." diyerek hastalığı veren Allah'ın ona uygun çareyi de yarattığını, hatta ölüme bile geçici bir çare bulunması gibi nihayet noktasını bizlere hedef olarak göstermektedir. Tıp ilminin Cenâb-ı Hakkın Şafi ismine baktığını ifade etmektedir.

Hastalıkların mânevî bir uyarıcı olduğu, hastalık olmadan sağlığın kıymetinin anlaşılamayacağı, dünyanın ebedî olduğu tevehhüm edileceği, ahiretin unutulacağı, bu yönüyle de hastalığın aldatmaz nazik bir ikaz edici olduğu, hastalıktan şikâyet değil, bu yönüyle ona teşekkür edilmesi gerektiği ve eğer çok ağır geçerse hastalığa karşı sabır istemek gerektiği Risâle-i Nur'un muhtelif yerlerinde ifade edilmiştir.

Bediüzzaman, her şeyde vasat olanı, yani orta yolu ihtiyar ederek marjinallikten kaçınmayı vurgulamış ve sünnet olan davranış tarzının da bu olduğunu beyan ederek insandaki bazı duyguları bu bağlamda izah etmiştir:

"Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise, sırat-ı müstakîmde istikamettedir. Meselâ, kuvve-i akliye, hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay, faydalı istikameti kaybetse, ifrat veya tefritle muzır bir cerbezeye ve belâlı bir belâhete düşer, uzun yollarında tehlikeleri çeker. Ve insandaki kuvve-i şeheviye selâmetli istikameti ve iffeti zâyi etse, ifratla musibetli, rezaletli fücûra, fuhşa ve tefritle humûda, yani nimetlerdeki zevk ve lezzetten mahrum düşer ve o mânevî hastalığın azabını çeker. İşte bunlara kıyasen, hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyede, bütün yollarında istikamet, en faydalı ve kolay ve kısadır. Ve sırat-ı müstakîmi kaybedilse, o yollar pek belâlı ve uzun ve zararlı olur. Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ü adalete işarettir." diyerek bizleri her şeyin zararlısı olan hipo ve hiper hallerinden sakınmamızı, normali tercih etmemizi tavsiye etmektedir.

A- Risâle-i Nur ve temel tıp bilimleri

A1- Risâle-i Nur ve embriyoloji

Kur'ân'î ifadeyle bir damla sudan, yani sperm ve ovumun döllenmesinden sonra oluşan zigotun, kan pıhtısı ve bir et parçasına, embriyoya ve fetusa kadar olan değişim safhalarını, daha sonra doğum ve onu takiben uzun bir yolculuk izlemektedir. Anne karnında ağzını dahi kıpırdatacak hali olmayan bu fetus, göbek kordonuyla en güzel şekilde beslenmektedir. Doğduktan sonra da hafif bir eforla memeler musluğundan bugüne kadar alternatifi bulunamayan bir gıdayla beslenmektedir.

A2- Risâle-i Nur ve hücre bilimi

Risâle-i Nur'da, insanın temel yapı taşı olan hücrelerin de adeta küçültülmüş insan modeli gibi ihtiyaçlarını kendine çekme, yakalama, zararlıları itme, yeniden şekil verme ve yeni bir hücre doğurma şeklinde beş temel yetenekleri izah edilmektedir.

A3- Risâle-i Nur ve genetik

Genetik bilimi, hücrenin ve insanın temel yapıtaşı olan ve tüm bilgileri depolayan, büyük bir kütüphaneye bile sığmayacak bilgilere sahip nükleik asitleri inceler. Yani bir hücrenin motor kısmıyla ilgilenir. Cenâb-ı Hakk'ın Hafiz ismi tüm genetik bilgileri, bu gözle görülemeyen nükleik asit parçacıklarına yükleyerek muhafaza etmiştir. Günümüz itibariyle yapılan tüm genetik çalışmalar bu şifreyi çözmeye yöneliktir. Yine insan nevinin çoğalmaya meyilli olduğu bilinmektedir. Tüm yaratılmışlar içerisinde yaratılış biçimi Kur'ân'da açık şekilde izah edilmiş olan bir yaratık olarak da insanın yeri ayrıdır. Yaratılış teorilerinin yüzyıllardır tartışıldığını ve günümüzde halen tartışılmakta olduğunu göz önüne aldığımızda, özellikle 'kök hücre' kavramının gelişmesi bizlerin yaratılış olayını aklımıza kabul ettirmemizi daha da kolaylaştırmıştır. İkinci yaratılışın birinci yaratılıştan daha kolay olduğunu Bediüzzaman Hazretleri ifade etmektedir. Anne ve babadan gelen iki yarım genetik materyalden trilyonlarca hücrenin oluştuğunu artık neredeyse herkes bilmektedir. Kök hücre ile ilgili çalışmaların artması, kök hücrenin önemli bir kaynağının kemik iliği olduğunun gösterilmesi ve bir kök hücreden başka bir dokuya ait hücreye dönüşümün gerçekleştirilmesi gibi olaylar insanın yeniden dirilişi ve 'Acbuzzeneb gerçeğini' daha kolay anlamamıza sebep olmuştur.

A4- Risâle-i Nur ve solunum fizyolojisi

Bu konuyla ilgili olarak Bediüzzaman, Sani-i Hakim'in havada biri azot, diğeri de oksijen olmak üzere iki element yarattığını; oksijenin kandaki karbonu mıknatıs gibi kendine çektiğini; ikisinin birleşerek karbondioksit denilen zehirli gaza dönüştüğünü, bu reaksiyonun hem 37°'lik optimum vücut sıcaklığını temin ettiğini hem de kanı temizlediğini bildirir. Bediüzzaman devamla, Sani-i Hakim'in aşk-ı kimyevi denilen bir şiddetli reaksiyonu bu iki elemente yapısal olarak verdiğini; birleşmekten ısı ortaya çıkacağının bilindiğini; imtizac denilen birleşmenin bir nevi yanma olduğunu, karbon ve oksijen ayrı ayrı hareket ederken birleşmeden sonra tek harekete indirgendiğini, diğer hareketin ise ısı enerjisine dönüştüğünü bildirir. Bu enerji vücut ısısının regülasyonunda ana kaynaktır. Bediüzzaman'a göre tüm bunlardan sonra oluşan zehirli ve vücuttan atılması gereken bir gaz olan karbondioksit, vücuttan çıkarken kelime mucizelerini meyve vermektedir. En ince duygularımızın ifadesine vasıta olan bu sesler ve konuşmalar her insanda birbirine benzemeyen bir orijinalliğe sahiptir.

B- Risâle-i Nur ve klinik bilimler

B1- Risâle-i Nur ve koruyucu hekimlik

a- Hijyen:

Enfeksiyonların temel sebebi temizliğe dikkat etmememiz olduğunu hepimiz biliyoruz. İslâmiyet'in kişisel temizlikten tutun da çevre temizliğine kadar enfeksiyonlara zemin hazırlayan tüm sebepleri ortadan kaldırmaya çalıştığını, temizliği imandan sayarak buna en üst düzeyde önem verdiğini görüyoruz. Nitekim Peygamber Efendimiz ve Sahabelerin yaşantılarına baktığımızda kişisel temizlikten başlayarak şehrin temizliğine kadar pek çok konuya önem verdiklerini görüyoruz. Risâle-i Nur'da maddî ve mânevî bulaşıcı hastalıklardan bahsedilmektedir. İnsanlık âlemine temizliği İslâmiyet'in getirdiğini, Müslüman olmayan diğer toplumların son birkaç yüzyıla kadar temizlik kavramlarından uzak olduğunu biliyoruz. Küreselleşme, iletişim, seyahatler, iç içe yaşama zorunluluğu ve beşer ilişkilerinin artışı sebebiyle dünya adeta bir köy halini almıştır. Daha önce kıt’alara özgü olarak kabul edilen birçok hastalık, herkesin bildiği gibi zamanımızda çok kısa bir sürede bütün dünyaya yayılabilmektedir. Hijyen prensiplerine uyulmadığı takdirde birçok enfeksiyona zemin hazırlanır ve bunlarla mücadele etmek oldukça güçleşir. El yıkama öncesi elde 200 milyar civarında mikroorganizma bulunmaktadır. Risâle-i Nur'da; "Temizlik imandandır." prensibi gereği hijyene çok önem verilmiş; temizliğin "Muhabbet-i İlâhiye'nin bir medarı" olduğu ifade edilmiştir.

b- Dengeli beslenme ve açlık

Risâle-i Nur'da, insanların yaratılış itibariyle hayvandan farklı olarak üç ana duygusuna sınır konulmadığı; konulan teorik sınırlamaların da marjinal durumlarından kaçınmak ve orta yolun bulunmasına yönelik olduğu ifade edilmiştir. Şahsî hayatımızın tüm safhalarında istikametin (optimum yolun) en faydalı, en kolay, en kısa yol olduğu; homeostasisin (iç dengenin sağlanması) esas olduğu, hiper ve hipo durumlardan kaçınmak gerektiği vurgulanmıştır. Meselâ; normoglisemi denilen şekerin dengede olmasının sağlığın idamesi için ne derece önemli olduğu; hiperglisemi denilen aşırı şeker yükselmelerinin metabolizma için zararları ve birçok organda kalıcı hasarlara sebep olması, bunun yanı sıra hipoglisemi denilen aşırı şeker düşüklüğünün de hayatla bağdaşmayacağı bilinen bir gerçektir.

Tıbbın babası sayılan, Batı'da Avicenna olarak bilinen ve Canon (Kanun-ı Tıb) denilen kitabı 600-700 sene Avrupa tıp fakültelerinde okutulan İbn-i Sina'nın; "Tıp ilmini iki satırda topluyorum; yediğin zaman az ye, yedikten sonra 4-5 saat kadar yemek yeme, şifa hazımdadır, yani kolayca hazmedebileceğin miktarı ye, nefse ve mideye en ağır ve en yorucu hal yemek üstüne yemek yemektir." prensibini benimsemiştir.

Bediüzzaman iştahın; hakikî iştah ve sun’i iştah olmak üzere iki çeşit olduğunu, hakikî iştahın gerçek ihtiyaçtan kaynaklandığını, alınacak gıdalarda da esas olanın ucuz da olsa besleyici değeri olan gıdalar olması, sadece lezzetin ön planda olmaması gerektiğini belirtmiştir.

Sindirimde önemli yeri olan midenin, üçte birinin gıdalara ayrılmasının en uygun durum olduğunu, midenin kapıcısı hükmünde olan dilin sadece lezzetli gıdalarla şımartılmaması gerektiğini, aksi takdirde vücut dengesinin bozulacağını ifade etmiştir.

Sun’i iştah çoğunlukla görsel nesnelerden ve lezzetten ileri gelir. Dolayısıyla vücudun temel ihtiyacı için gerekli olan gıdalar yerine gereksiz gıda alımlarının artmasının, çağımızın çok önemli ve yaygın bir hastalığı olan sindirim sistemi bozuklukları ve obeziteye sebep olduğu herkes tarafından çok iyi bilinmektedir.

Rızkın taahhüd-i Rabbanî altında olduğuna ve Cenâb-ı Hakkın yarattığı bütün canlıların rızıklarını taahhüt ettiğine dair âyet-i kerimeyi yorumlayan Bediüzzaman; "Hüceyrat ve bedene bakıyoruz, görüyoruz ki, mesalih-i bedeni gören ve idare eden birisinin emriyle kanunuyla o küçücük hüceyrelerde ehemmiyetli bir tedbir var. Mideye, nasıl bir kısım rızk, iç yağı suretinde iddihar olunup vakt-i hacette sarf edilir. Aynen o küçücük hüceyrelerde de, o tasarruf ve iddihar var." derken; bu âyeti bir yönüyle de açlıktan ölüm olmadığı şeklinde yorumlar.

Gerçekten de insanlarda açlığa dayanma potansiyeli vardır. İnsan bedeninde bulunan 100 trilyon hücrenin her birinin içinde bulunan granüllerde besin maddeleri depo edilmektedir. Vital kapasite için minimum sarf edilen enerji demek olan bazal metabolizma ölçü olarak alınırsa, hücreler içinde depo edilen total besin maddeleri yani karbonhidratlar, lipidler ve proteinlerin büyük bir kısmı yakıldığında elde edilen enerjiyle, su içmek şartıyla, ortalama 70 günü aşkın bir süre açlığa dayanılabildiği bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bunun örnekleri çoktur. Literatürde IRA gerillalarının hapisteki açlık grevlerinde 70 günü aşkın açlığa dayanabildikleri bilinmektedir.

—DEVAM EDECEK—