Ölmeden Önce Ölüm Ve O’na Dönüş

Hayatın temel gayesinin Yaratıcı ile kul arasında bağlantıyı oluşturmak olduğu, vahye dayanan bütün kaynaklar tarafından ifade ediliyor. Bu gayeden sapmalar yaşandıkça çeşitli uyarılar O’na dönme istidadını belirginleştiriyor. Bu uyarılar içinde hastalıklar ve sıkıntılar, özellikle de ölüm çarpıcı bir uyarıcı olma özelliğini hep hissettiriyor. Yaratıcı’ya dönüşün ruh ve beden olarak çok net hissedildiği anlar ölümle yüzleştiğimiz ve belki de varlığın asli gerçekliğini idrak konumunda olduğumuz anlardır.

Modern dünyanın kavramlarda oluşturduğu çarpıklık bu alanda da kendini hissettiriyor ve ölüm de gafleti dağıtma fonksiyonundan uzaklaşıyor. Lezzetleri tahrip edip acılaştırması ölümüm Alemlerin Rabbi’ne yöneltmesi açısından önemli. Bu yüzden çok hatırlanması, çok dile getirilmesi gereken bir konu. Oysa ölümle ilgili olarak geliştirilen tezlerle ve fertlerin duygu dünyasında algılanış şekli ile bu fonksiyon pek belirgin olarak gözlenmiyor. “Hayat devam ediyor”, “dünyanın sonu değil” gibi yaklaşımlarla kısa bir müddet yas ve her şeyden elini ayağını çekmenin ardından bütün uygulamalar eski haline dönüyor. Ölüm gibi şiddetli bir mesajın bile çok kısa bir zaman içinde etkilerini kaybettiği gözleniyor.

Dünya, ferdin aleminde ne kadar belirgin ve katılaşmış bir konum ifade ediyor ise, arka planı gölgeleme ve hayatın asli konumundan uzaklaştırma şeklinde kalın bir perdeye dönüşme ihtimali de o kadar artıyor. Temel problem varlığın ve dünyanın ve dünya içinde ferdin tanımının hakkı ile yapılmaması olmasıdır. Kim olduğumuz, nereden gelip nereye gidiyor olduğumuz bu anlamda hayat probleminin merkezinde yer alıyor.

Unutmak, acıların hayatımızda oluşturduğu etkilerden korunmak açısından büyük bir nimettir. Ancak unutulan her acıda hayata dair mesajlar ve hayatı yönlendirici etkiler vardır. Unutmak ile birlikte bu etkiler de hayatımızdan ve ruh dünyamızdan çıkınca sıkıntı ve musibetlerin hayata kazandırdıkları da ortadan kayboluyor. Acılar sadece sıkıntı verici unsurlar ve unutmak da bu etkilerin silinmesine yönelik bir işleyişten ibaret olmamalıdır. Hem acıların, hem de unutmanın hayat içinde oluşturduğu ya da oluşturması gereken etkiler olmalıdır. Bu etkilerle hayatın gerçek anlamına yönelik yeni bir adım, her şeyi yeniden anlamlandırmaya yönelik bir başlangıç olmalıdır. Bunlar sağlanamadığı zaman günlük yaşantı bütün dalgalanmaları ile devam ediyor. Çok farklı dersler çıkıyor. Ancak ruhu şekillendirmeye yönelik bütün bu darbelerin ortasında her şey eski şekli ile ve gaflet bütün kalınlığı ile devam ediyor. Günlük yaşantının gaflet perdesini yırtmaya yönelik darbeleri önce sarsıyor, ancak zaman içinde görmezden gelinerek tekrar kalınlaştırılıyor.

Sarsıntıların ve kayıpların sonunda dile getirdiğimiz ilahi mesaj “O’ndan geldik ve dönüşümüz O’na olacak” hükmü olayların ardından hep gerçekleşmeli ve bütün dönüşler O’na olmalı. Çünkü hayatın asli gayesi, bir kitap şeklinde okunan kainat ve olayların ardından her şeyi Alemlerin Rabbi ile irtibatlandırmak ve her şeyin gerisinde O’nun güzel isimlerini bulmaktır.

Her gün yüzlerce ölüm haberi ile hayatı etki altına alan ölümün tek istediği hayat ve tek amacı acılar vermek olmasa gerek. Asıl fonksiyonu Halık-ı Kainat’a yöneltmek ve asla döndürmek olan ölüm ve musibetlerin hayatı bu açıdan etkilemesi gerçek vazifelerini de yapmış olmaları anlamına gelecektir. Her an bizi de etkisi altına alabileceğini hiç unutmamak ve “Ölmeden önce ölünüz.” emrinin ruhumuza katacağı en büyük etki olan Rabbü’l Alemin’e yönelmek gayesini hayatımızın merkezine koymalıyız.