Milletin Tercihi

Günlük yaşantının genel seyri içinde, mülk boyutu ya da makro alemdeki işleyişler önümüze bazı bilimsel ya dasosyolojik kurallar koyar. Aslında bunlar kâinat kitabında yer alan ilahi mesajların farklı boyutlarda ifadesidir. Ancakdoğru mesajı doğru şekilde algılayabilmek, yani kâinat kitabına muhatap olup, onun verilerini doğru algılayabilmekher zaman çok kolay değildir. Kâinat kitabının verilerini yorumlayabilmek ya da anlayabilmek ve her an ve sürekli yazılankitabın şekillenmesine, bütünün teşkiline, her şeyi kuşatan iradenin, yani külli iradenin ortaya çıkışına, şuursahiplerinde var olduğu gözlenen cüz’i iradeyi bir "şart-ı adi" yapmıştır. Şart-ı adi hükmündekimilyarlarca cüz’i iradenin toplamı ve kâinatın bütününden hasıl olan kâinat tablosu şeklindeki külli irade, an bean hükmünü icra eder, varlık silsilelerini bir uyum içinde ard arda dizer. Muhteşem bir ahenk içinde işleyen düzeninher an devreye giren milyarlarca cüz’i irade ile bağlantılı yürümesi, başlı başına bir mucize olmalıdır.

Her bir zaman sahifesi, her yeni an ilahi kudret tarafından şekillendirilirken, o anda farklı farklı yerlerde, farklıfarklı türlerden milyarlarca varlığın farklı meyilleri vardır. O an bulundukları çevre şartları, kanlarındakielektrolit ve hormon düzeyleri, yedikleri yiyeceklerden, hatta biraz daha öteye gidilerse gök cisimlerinden gelen ışıklardanve onların bulundukları pozisyonlardan etkilenmektedir. Şuur sahiplerinin bir tercih olarak ortaya koydukları cüz’iihtiyarileri de tüm bu şartların sonucunda ortaya konan bir tavır ya da bir meyildir. Bedenin işleyişinde hangi noktayakadar hormonlar ve vazoaktif peptitler gibi beyni etkileyen sistemlerin kontrolünde, hangi noktadan sonra tercih dediğimizmaddi bir dayanak gerektirmeyen hal ile irade beyan ettiğimizi kestirebilmek çok güç olmakla birlikte; irademiz, isteğimizya da tercihimiz ile eşyanın işleyişi ve kâinat kitabının bizimle alakadar bölümünün şekillenişi arasında birbağ olduğu bir gerçektir. Bunu şuur ve irade sahibi, akli melekeleri yerinde olan herkes hissediyor ve yaşıyor. Bu hisve bu yaşantı da sorumluluğumuzun merkezini teşkil ediyor olmalı.

Sürekli dönen varlık çarkları, zaman nehrinin süratle akışına ayak uydururken, şuur sahiplerinden ve ihtiyarsahiplerinden beklenen, şuurlarının algıladığı şeriat-ı fıtriye anlayışı ile uyumlu ve külli iradenin arzularıdoğrultusunda irade beyan etmeleridir. Bu, varlığın karmaşası ve meyillerin her an değişimine yatkın yapısı ileoldukça güç bir hale gelmektedir. Oysa, insanın imtihanı, bu karmaşık yapı içinde doğruyu bulmaktır; külliiradenin varlık yoluyla ulaştırdığı mesajı doğru algılamak ve ona uygun tarzda cüz’i iradesini ortaya koymaktır.Zira külli iradenin varlığı şekillendirmesinde ve kişiyle bağlantılı kılınan durumların halkedilmesinde, adi deolsa cüz’i iradeler birer şart konumuna yükseltilmiştir. Bu şartlar, ayetin beyan ettiği "göklere, yere ve dağlarateklif edilen emanet" olmalıdır. Onların yüklenmekten kaçındığı bu ağır emanet, insana eşyanın giriftyolları içinde yolunu tayin gibi zor bir sınavla yüz yüze getirmiştir. Bilimler, sosyal kurallar, kültür vegelenekler gibi kolektif insanlık şuurunun ortaya koyduğu ve şeriat-ı fırtiye, sünnetullah olarak ifade edilen ilahimuradın varlıkla ifadeleri, bir kılavuz hükmünde yardımcı olsa da, varlığın girift yapısı içinde yolu tayinedebilmek yine de çok kolay değildir. Bu noktada kelam sıfatının yansıması olan semavi kitaplar ve Kur’an ile mesaj açıkçailetilmekte ve her an sağa-sola kaymaya eğilimli, değişken, dalgalı ruhlara istikamet verilmektedir. Ancak ince bir telgibi eğilip bükülmeye, farklılaşmaya ve her an yön değiştirmeye eğilimli insan iradesi yine de istikametin muhafazasındabüyük güçlüklerle yüz yüzedir. Bu iradenin etkileri ise lokal alanda varlığın iradeye yakın bölgelerinde dahabelirgin hissedilirken, genişletilmiş alanlarda etki daha azdır.

Mesela, kişinin bedeni fonksiyonları ile ilgili alanda daha belirgin hissedilirken, kâinatın genelinde hiçbir etkisi gözlenmiyorgibidir. Fertteki irade toplumun kolektif iradesi içinde belirginliğini yitirir. Yani bütünde genelde İlahi arzuların,külli iradenin tezahürleri daha belirginleşir, belki biraz daha netleşir. Ferdi irade eğilip bükülebilecek ince birtel iken, -Bediüzzaman’ın ifadesi ile- topluluğun iradesi bir "amud u nurani", yani sarsılmaz, eğilmez, nurdanbir sütun gibidir. Kamu vicdanı, kolektif şuur her ne kadar yeni geliştirilen reklam ve toplum mühendisliği gibi yönlendirmelerdenetkileniyor gibi gözükse de çoğunlukla varlığın gerisindeki İlahi muradı anlamaya, varlığın arka planındakikutsi hitaba kamu vicdanı daha yakın olmaktadır. Bu açıdan Bediüzzaman, şahıslar yerine şahs-ı manevilerin daha sağlam,daha sarsılmaz yapılar olduğunu ifade etmektedir. Piyasayı Allah’ın belirlediğini ifade eden bazı hadisler de genel eğilimlerde,topluma yansımış meyillerde külli iradenin daha belirginleştiğini ifade ediyor olmalıdır. Bütün bunlar ise,demokrasinin ya da millet iradesinin ön plana çıkarılmasındaki kutsi dayanakların bir anlamda ifadesidir. Zaten ilahikelam da "ve işlerinde onlarla (sahabeler) istişare et." (Al-i imran:151) ve "Onların aralarındaki işleriistişare iledir." (Şura: 38) mealindeki ayetlerle bu yaklaşıma daha net bir açıklık getirmektedir.

Aciz, zayıf, her an farlı yönlere meyletme özelliğinde ve varlık fırtınalar içinde yolunu bulmaya çalışan birgemi misali insan ruhu, şahs-ı manevinin, cemaatin, toplumun ya da milletin iradesini bir kılavuz olarak kullanabilir.Çünkü o alanda kâinat kitabının verileri daha net okunup, yorumlar daha sağlıklı yapılabilmektedir. İdarede ve yönetimsisteminde de insanlığın geldiği son noktanın demokrasi olması, bunu doğrular mahiyettedir. Devlet ve millet arasıilişkilerin realist nazariye, biyolojik nazariye, felsefi nazariye (diyalektik nazariye) ekonomik nazariye, psikolojiknazariye, sosyolojik nazariye ve mukavele nazariyesi sonucunda ulaştığı yer demokrasi olduğu gibi; mana-i harfi ile bakıştaya da mana-i harfi nazariyesinin sonucunda da ulaşılan nokta, millet iradesinin kutsiyetine ve dolayısı ile demokrasiyevarmaktadır.