İnanıyorum, Öyleyse Varım

Alemimizdeki hiçbir olayın ve kavramın aslî gerçekliğini varlık içindetanımlanıyoruz. Hemen hemen her şeyin bir tanımı ya da tarifi var, ancak butanımlar ve tarifler varlıkların iç ilişkilerinden veya bir kavramın başkabir kavramla ifadesinden ibaret. Maddeyi elementlerle, elementleri atomlarla tanımlıyoruz.Canlılık ya da hayat gibi kavramları varlığa dönük gözlemlerimizle yapıyoruz.Bütün bu tarifler ise algılarımız ve onların ışığında şekillenmişbilgi birikimlerimiz ile sınırlı. İnsanlığın iletişim ve etkileşimi ileoluşan kolektif akıl, kolektif hafıza bu birikimin hacmini çok önemliboyutlara ulaştırsa da insan, konum itibariyle sınırlılıklarındankurtulamıyor. Sonsuz gibi algılanan bir uzayda, milyarlarca galaksinin içinde,adeta kaybolmuş küçücük bir dünyadan varlıklara bakıyor. Henüz dünyabile alemine tam sığmış ve her yönüyle çözümlenmiş değilken, varlığınbütününü kuşatabilecek ve her şeyin aslına ulaşabilecek bir bakış,insanlık şartları içinde mümkün gözükmüyor. Bu noktada vahyin, semavikitapların ve peygamberlerin, kısaca tevhid ve nübüvvet yolunun konumu ve önemidaha belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Her şeyi bütünüyle kuşatan birbakışın dilinden kainat, dünya ve varlık tarifi alemimizin ve varlığımızıngerçekliğine daha uygun olmalı.

İnsan ise, garip bir şekilde kendi yatay düzleminde; mülk, şehadet ya damadde alemi gibi adlandırılan alanda, yine yatay ilişkilerin tarifi şeklindekivarlık anlayışını asıl gerçeklik olarak algılıyor. Felsefi boyuttadeterminizm ve pozitivizm gibi akımların daha belirgin şekilde önplana çıkardığımaddecilik ya da varlığın gerçekliğini maddeden ibaret algılamak büyükbir sığlık ve dar bakışlılık örneği. Elle tartıp, gözle görmek ya daalgılamak şartına bağlı bir gerçeklik, bizzat insanın aleminde var olanpek çok kavramı ve yaşanan pek çok şeyi gerçeklik alanının dışınaitiyor. Böyle bir durumda en iyimser yaklaşım ile metafizik, daha ukalaca birtavrın sonucunda ise hurafe, batıl inanç, safsata gibi terimlerin ürkütücülüğüile gözlerden uzak tutulmaya çalışılan pek çok manevi kavram, gerçeklikalemimizin dışına itilmeye çalışılıyor. Oysa bu kavramlar ısrarla hemde ruhumuzun ta derinliklerinde bizi ve gerçekliğimizi etkiliyor. Ruh, akıl,irade, vicdan, sevgi gibi pek çok kavramı gözleyebilecek laboratuar henüz keşfedilmediama, inkar edilemeyecek derecede güçlü bir gerçeklikleri vardır. Halbukiinsan kendi kabiliyetlerine, algılama gücüne, kainat içindeki konumuna, devuzay kütleleri içindeki cirmine baksa olurlar ve olmazlarla ilgili ahkam kesmekonusunda herhalde daha ihtiyatlı olurdu. Sürekli değişen, farklılaşan, çevreşartlarından ve telkinlerden etkilenebilen, her an yön değiştirebilme özelliğindekiinsan ruhunda yansıyan varlık görüntülerinin eşyanın aslını ifade ettiğinidüşünmek, ancak alemin ve insanın konumlarını bilmemek ya da bildiğihalde unutmak gibi bir halin tezahürü olabilir.

Atmosfer kabuğunu kırıp, dışına bir nebze başımızı uzattığımızda gözlenenmanzara bu. Uzay boşluğunu nasıl bir kabuğun kapladığını, uzayın ötesindeneler olduğunu ve onun da kabuğu olması durumunda, kırıldığında alemmanzaramızın ne hal alacağını bilmiyoruz. Mikro alemin, atomlar dünyasınınötesinde neler olduğunu ve bunun varlığı algılayışımızı nasıletkileyeceğini bilmiyoruz. Küçücük dünyamızın önümüze koydukları ileşekillendirdiğimiz alemimizin gözlerimizi kapatarak idrakimizi köreltenancak özünde çok zayıf gerçekliğinde boğuluyoruz. Lüks arabaların,villaların, eğlence partilerinin, farazi hakimiyetlerin ve nihayetinde dünyayasahip olma arzularının içinde hapsolmuş varlık ve hayat anlayışımızdaoyuncaklarıyla avunan bir çocuğu andırıyoruz. Oysa ruhumuzun, Samed’e ayineolan kalbimizin derinlilerinde bir ebed arzusu hissediyoruz. Belirsizlikler,farazilikler, hiçlikler ve yokluklar ortasında bu arzularımızı tatminedecek bir zemin, varlığımızı dayandıracak bir asli gerçeklik arıyoruz.

Descartes, bütün bu farazilikler, itibarilikler aleminde varlığını dayandırabilecektek aslî gerçekliğin bu sorgulamaları, şüpheleri ve düşünceleriolabileceği şeklinde bir çözüme ulaşmış. Ancak bir cesedin düşüncelerininyok olmadığını ortaya koymadan nasıl düşünceyi cesetten bağımsız kılabilirsiniz?Başka bir deyişle, varlığımızı ve gerçekliğimizi dayandırdığımız düşüncelerinbağımsız ve asli gerçeklik olabilmesi için bedenin maruz kaldığı değişikliklerdenetkilenmemesi gerekmez mi?

Belki düşünceler varlığın sürekli değişken işleyişi içinde varlığınızıdayandırabileceğiniz en sağlam gerçeklikler olabilir, ama onlar da varlığınızınbir parçası ve insanlık tarifinin farklı bir boyutu. Düşünceye dayalıbir gerçeklik varlığın zayıf, ancak sağlam bir zemine oturtulmak istenentarifini yine kendi türünden ve aynı zaafları taşıyan bir kavram üzerineoturtulması anlamına gelmeli. Beden ve düşüncelerin birbirinden ayrılamadığıbir yapıda hangisinin hangisine zemin olduğunu nasıl ayırt edebileceksiniz.Böyle bir durumda "Düşünüyorum! Öyleyse varım!" önermesi varlığımızıngerçekliğini ne ölçüde açıklayabilir, en azından bizi ne ölçüderahatlatabilir?

Tevhidî bir mananın zat, şuunat, ef’al, esma gibi boyutlardan dikey yönde geçipbu latif perdelerin ardından mülk ya da madde şeklinde kesifleşerek kesretzeminine yansıtıldığı bir alemde algıladığımız her şey benliğimizdekesrete dönüşecek ve onun bir parçası olacaktır. Tevhid noktasından varlıkzeminine yansımalar kainatın ve varlığın asli boyutunun idrakinde en temelbakış şekli olmalıdır. Bu harfilikten ismiliğe, melekuttan mülke, şeffafiyettenteşahhusata, manadan maddeye hepsinin özünde tevdidden kesrete bir geçiştir.Kesretin kendi içinde, yatay düzlemdeki bağlantılarla maddenin ve varlığınasli gerçekliğini anlayabilmek mümkün gözükmemektedir. Bu manzara içindeise varlığın dayandırılabileceği en sağlam dayanak Zat’ı Vacibü’l-Vücudolmalıdır. Varlığın ve bedenimizin maruz kaldığı değişikliklerle değişmeyen,asliyeti bozulmayan ve gerçekliği, varlığı bir başka varlığa bağlıolmayan O’dur. Her an değişen, başkalaşan bir alemde, hiçbir şeyin tamtarifini yapamadığımız bir dünyada gerçeğin ve her şeyin izahının yapılmasındabüyük sıkıntılar yaşadığımız bir hayatta varlığımıza dayanakolabilecek en sağlam zemin O’na inanmak olmalıdır. Bu durumda Descartes’ın söylemindendaha güçlü bir varlık tezi olarak "İnanıyorum, öyleyse varım!"şeklinde bir önerme, varlığımızı ve gerçekliğimizi sarsılmaz birdayanakla ifade ediyor olmalı…