Her Şeyi Güzelleştiren O

İnsanın en büyük zaaflarından biri, benliğini Halık-ı Kainat’tan tamamen bağımsız olarak algılaması ve O’nun şekillendirdiği alemde sanki ayrı bir varlık alanını kontrol ediyor ve tanımlıyor olduğunu  düşünmesidir. Bu algı çerçevesinde kendi akıl ölçülerinin güzel ve çirkin tanımlarını yapıp alemi de bu ölçüler içine sığdırmaya çalışır. Oysa güzellik tanımı yapabilecek bir beyni insanın bedeninde yaratan ve o tanıma uygun işleyişi kainata yayan Alemlerin Yaratıcısı’dır.   

Güzellik, temel bazı kurallar ve kabuller çerçevesinde şekillenen bir kavram olmakla birlikte; içinde bir izafilik ve kişiye görelik tarafı hep bulunan bir kavramdır. Bu anlamda toplumun ve ferdin kabulleri, genel kültür yapısı, inançlar gibi pek çok faktör etkili olur. Bir toplumun çok yanlış ve çirkin gördüğü haller başka bir toplumda kabul gören, el üstünde tutulan durumlar olabilir. Yine ferdin o anki ruh hali, algıladığı her hangi bir nesne ya da olayı güzel veya çirkin olarak tanımlaması açısından çok önemi olmalıdır. Aynı iki olay farklı ruh halleri ile farklı şekillerde tanımlanabilir. Bu ve benzeri şartlar içerisinde güzelliğin mutlak tanımı ya da mutlak güzelliğe ulaşma imkanı maddi alemde ve varlıklar planında pek mümkün gözükmemektedir. İnsanoğlu mülk alemine geldikten sonra beyin ve algıların gelişimi ile varlık aleminin işleyiş kurallarına muhatap oluyor. Bu çerçevede iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi tanımlamaları öğrenmektedir. Bu şekilde mülk alemi tanımlanmakta ve insanın bu aleme muhatap oluşunun çerçevesi çizilmekte, bu çerçeve içinde yaratılışın asıl gayesi olan Halık-ı Alem’i tanıyıp, O’na muhatap olma ve sevgiyle, samimiyetle O’na yönelme sonucu hedeflenmektedir. Bu sonun gerçekleşmesi yolunda kainat denen zemin insanın idrakine göre hazırlanmış ve mülk onun sınırlı algılarına mana ifade edecek tarzda şekillenmiştir.

Bu durumda, eşyadan esmaya ulaşma konumunda olan insan, alemin tamamını kendi algılarına münhasır olarak algılama ve kabul etme zaafı ile yüz yüzedir. İşin daha da kötü olan yönü, kulun Alemlerin Yaratıcısı’nı da kendi algılarının sınırlılığında algılaması ve o Zat-ı Mukaddes’in de varlık aleminin tanımlarına sınırlı kalması gerektiği gibi bir  vehme kapılmasıdır. Mülk aleminin bütün doğru-yanlış, iyi-kötü gibi tanımlamaları hiçbir şekilde Halık-ı Kainat’ı bağlamamakta, sadece varlık lisanı ile kulların O’nu tanıması için konmuş kurallar şeklinde karşımıza çıkmaktadırlar. Aslında O’nun yapmamızı emrettiği şeyler, yasakladığı şeyler çirkindir. Yoksa, O’nun dışında tanımlanmış bir kısım doğru ve yanlışlar, güzel ve çirkinliklere O tabi olmak ve o tanımlara göre hüküm vermek durumunda değildir. İnsanlar genellikle esbab aleminin sınırlılığında ve darlığında varlıkları anlamak konumunda oldukları için Halık-ı Kainatı da bu yapı içerisinde idrak etmeye çalışmanın doğurduğu problemleri sıklıkla yaşamaktadırlar. Zaman ve mekandan münezzeh, dolayısıyla zaman ve mekan içinde yapılmış tanımların dışında olan o Zat-ı Mukaddesi maddi boyutun değer yargıları ile anlamaya çalışmak  O’nu maddi alemin darlığında görmeye çalışmak ve sebep-sonuç ilişkileri içinde anlamaya çalışmak gibi büyük bir yanlıştır.

Varlık aleminin başlangıcında iyiyi ve kötüyü tanımlayan kudret, zamanın her bir anında, aynı tanımlamalara devam ediyor ve tanımlar O’nun istekleri doğrultusunda şekilleniyor olmalıdır. Başlangıçta her şey nasıl O’nun  ilmi, iradesi ve isteği doğrultusunda  bir değer almış ve kıymet ifade eder hale gelmişse, aynı şey zamanın en küçük dilimlerinde de geçerlidir. Her şey genel bir değerlendirmenin yanında “an”da da yani zamanın en küçük dilimlerinde de ezeli irade doğrultusunda yeniden kıymet almakta ve bir değer ifade etmektedir. Bu değerlendirmeyi yapan Adil-i Mutlak herhangi bir şeyin bağlayıcılığı ve sınırlılığı altında değildir. Maddi boyutta çirkin olarak gözüken bir şey O’nun güzel demesi ile güzelleşir; aynı şekilde maddi alemin en güzeli sadece O’nun çirkin demesi ile çirkinleşir. Eşyanın asli değerlerini ve esas kıymet-i harbiyesini belirleyecek olan  yalnızca İlahi hükümdür. Çünki, bütün vasıfları  her anda ve zamanın bütününde  tanımlayan, değer atfeden ve kıymet veren O’dur. Nefsülemiri de esas olarak belirleyen o irade ve Rabbü’l-alemin’in kabulleri ve yüklediği değerlerdir.

Şunu hiç unutmamak gerekir ki, güzellik ve bizde onun karşılığı olan duyguların yaratılması tamamen ilahi irade iledir. Bu anlamda fıtrat, yani yaratılışımızın gereği olan haller hep güzele ve güzel olarak tanımlanmışlara eğilimlidir. Ancak insanın kabiliyetleri her zaman ve şartta güzelin ne olduğunu ayırt etmeye ve gerçek anlamdaki doğruyu bulmaya yeterli olmayabilir. Bu durumda belki de işlediği fiilleri güzelleştirecek olan niyetidir. Niyetin bu anlamda fertle bağlantılı fiillerin tanımlanmasında çok önemli bir yeri bulunmalıdır. Bir şeyin güzel olmasının tek şartı Alemlerin Rabbi ve Cemal-i Mutlak tarafından güzelleştirilmesi, yani güzel olarak tanımlanması olmalıdır. Kulun fillerindeki güzellik tanımında ise her şeyin derinini ve an ince ayrıntılarını, kalbinden geçenleri bilen Yaratıcı, niyeti önemli bir şart olarak ortaya koymuştur. Hakikat-i halde, estetik boyutu ile güzellik bize uzanan yansımaları ile uğrunda binler ömür heba edilse az gibi geliyor. O halde asıl güzelliğe ulaşmak için mutlak güzelliğin sahibi olan Zat-ı Zü’l-Cemal’i razı etmek, O’na güzel gözükmek şart.