Avrupa Birliği ve Nurcular

Eşyada fıtrilik yalnızca biyolojik, fiziki ya da kimyevi hadiselere mahsus gibi algılanmaktadır. Genellikle cüz’iiradelerin daha etkili gibi gözüktüğü sosyal alanlar fıtri hadiselerin dışında, yani İlahi iradeden çok, kuluniradesi doğrultusunda şekilleniyormuş gibi algılanmaktadır. Bu da benliğin ve cüz’i iradenin beraberinde gözlenenzaaftan, yani imtihan gereği, farazi, itibari olarak verilmiş olmasına rağmen asli bir vücudu varmış gibi algılanmasındankaynaklanır.

Tohumun ağaç olması, insanın ana rahminde tamamladığı süreç ve doğumdan sonraki gelişme safhaları gibi pek çoksosyal hadise tamamen insanların iradesi ile şekilleniyormuş gibi ele alınır. Cüz’i ihtiyarinin faraziliği, itibariliğidaha geri planda olduğu için işler zahiri planda daha belirgin olarak irade ve isteklere bağlandığı için sosyal süreçlerinfıtriliği ve onların gerisindeki İlahi irade çok net görülmez. Oysa cüz’i iradeler dar olduğu zannedilen, zati vemelekuti boyutta olmayan sadece kendi alanındaki etkisiyle sorumlulukla bağlantılı bir fonksiyon icra etmekte, ancaksonucu belirleyememektedir. Yani cüz’i iradenin asıl görevi lokal etki ile sorumluluk doğurmaktadır, ancak geneletkilerin hükmü ve sonuçlar kaderce belirlenir. Bunu sosyal olaylara uyarlayacak olursak toplumların gittiği yönü,insanlığın sosyolojik seyrini, tarihi gelişimleri kader belirler. Ancak devlet idarecileri ve onların idaresi altında görevliya da yönetilen konumundakiler, tarihin seyrinin insanlığın gidişini değiştirdiğini zannettikleri kararlarındakihakkaniyet, doğruluk endişesi ve bu yönde iradeleri ile kendi imtihanlarını verirler. Hiç kimse insanlık tarihini,sosyolojik seyri tayin edebilecek konumda ve yeterlilikte değildir, ancak idareci ve idare edilen herkes tekvini ve kelamiemirlerin ortaya koyduğu ölçüler çerçevesinde hakkın ve doğrunun yanında olmak mecburiyetindedir. Kendi doğru ya dayanlış kararları ile varlığın işleyişinin ve sosyal olayların değiştiğini zannetmesi, bir zan olmakla birliktesorumluluk doğurmak için yeterlidir. Çünkü dünya bir imtihandır. İmtihanın gerçek verilerle yapılması asli, zatigerçekliklere dayandırılması mecburiyeti yoktur.

vrupa Birliği’ne Türkiye’nin de dahil olması yolundaki girişimler ve bununla bağlantılı sosyal gelişmeleri bu ölçülerçerçevesinde ele aldığımızda pratik bazı sonuçlar ortaya koyabiliriz. Avrupa Birliği’ne girmek konusunda verileri doğrudeğerlendirip, hak ölçüler içinde doğru kararı vermek ve bu iradenin gereğini yerine getirmek Türk idarecilerin görevidirve gerek millete, gerekse insanlığa karşı görevleridir, en önemlisi de Kadir-i Zülcelal’in rızasını kazanmakhusundaki sorumluluklarıdır. Bu noktada aslolan samimiyettir. Diğer taraftan birlik üyeleri de coğrafi kültürel vedini ayrılıklarına rağmen Yaratıcıya karşı eşit konumdadırlar ve onlar da zahiren külli gözüken, ama aslında cüz’iiradeleri ile kendi imtihanlarını vermektedirler. Yani siyaset ve siyasi girişimler dünyanın sosyal gelişiminietkiliyor gibi gözükmekle birlikte, özde yalnızca siyasi şahısların ve şahs-ı manevilerin imtihan zeminidir. Sonucubelirleyecek olan kaderdir. Ama bunu kendine siper ederek hiçbir kurum veya şahıs imtihanının gereğini yerinegetirmekten geri duramaz.

Çünkü kimse imtihanın gereğini sonucu belirlemek için yerine getirmemeli ve sonucu belirleyebilecek konumda olduğunu düşünmemelidir.Herkesin, her kurumun vazifesi ve endişesi doğruyu doğru şekilde yapmak olmalıdır. Yani bir Türk idareci Avrupa Birliğikonusunda Allah’ın tekvini ve kelami emirleri çerçevesinde yani itikadi, fıkhi, sosyolojik, hukuki, siyasi, psikolojik vedaha pek çok varlık ilimleri açısından doğrunun tayini ve bunun yerine getirilmesi gayreti ile mükelleftir. Doğruolduğuna inandığını yerine getirir, bunun gerçek anlamda doğruluğuna ve sonucunun beyan edilen irade doğrultusundayaratılıp yaratılmayacağına mutlak külliyette olan İlahi irade karar verir. Acz ve fakr illetlerine müptela olankulun samimiyetle doğru olduğuna inanarak yaptığı yanlışları da doğruya çevirmek ya da doğru kabul etmek o külliiradenin sahibi Zat-ı Akdes’in şanındandır.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi konusunda siyasi iradeler karşılıklı beyan edilmiş ve bu doğrultuda bir kısımfiili dualar gerçekleştirilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi ile ya da başka bir şekilde dünyada bir bütünleşmeseyri aynen insanın farklı organlarının bir gelişim süreci içinde bütünleşmesi gibi fıtri bir süreç olarak karşımızaçıkmaktadır. Küreselleşme terimi ile kısmen dile getirilmek istenen belki de budur. Siyasi iradeler ne doğrultudaolursa olsun, her konuda olduğu gibi bu konuda da asıl sonucu belirleyecek olan külli irade, yani kaderin hükmü olacaktır.Kaderin hükmünü ise hayatlarını külli iradenin emirleri doğrultusunda geçiren, kalplerini onun mesajlarına açaninsanlar daha net hissedebilmektedirler. Bu zatlar belki de nübüvvet yoluyla insanlığa hükmünü, arzularını daha açıkifade eden külli iradenin her bir zamandaki temsilcileridirler. Bu zatlardan olduğuna şüphemiz olmayan Bediüzzaman, ŞeyhBahid Hazretlerinin Osmanlının ve Avrupa’nın istikbali ile ilgili sorusuna, Osmanlı Devleti’nin bir Avrupa devleti ilehamile olduğunu ve doğuruyor olduğunu, Avrupa’nın ise bir İslam Devleti’ne hamile olduğunu ve yakın bir zamanda doğuracağınıifade etmiştir. Bu, zamanımızda önemli bir İslam yorumu olan Risâle-i Nur’un insanlık tarihinin gelişiminde kaderin hükmünemanevi bir işareti olmalıdır. Avrupa Birliği’nin bir Hıristiyan klübü olması yolunda gayret sarf edenler İsevilikdin-i hakikisinin tasaffi ile Mehdi-i Azam’a tabi olması halinde ne yapacaklarını hesaba katmamaktadırlar. Oysa kaderin hükmününbu doğrultuda olduğuna dair pek çok işaretler ortaya konmuştur. Yine, Risâle-i Nur’un bu noktada ortaya koyacağı önemlivazifelerle, Hz. Ali (r.a.) ve Gavs-ı Azam (k.s.) gibi manevi alemlerin önemli habercilerine işaret edilmiştir. Son dönemdesayıları gittikçe artan, Bediüzzaman hakkında seminerler veren Avrupalı ve Amerikalı Hıristiyanlar bu işaretlerinzamanla tefsiri ve kainat kitabı ile de ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Ne Türkiye’deki Nur talebeleri ne de Avrupa’dakiHıristiyanlar neye hizmet ettiklerinin, ne külliyetle bir vazifeyi omuzladıklarının belki de farkında değiller. Ancakkülli irade bunları meyiller yoluyla istihdam ederek insanlığın bütünleşmesi noktasında külli vazifeler yüklemektedir.

Siyasiler kendi vazifelerini yapmaya çalışıyorlar veya yapıyorlar, ancak Avrupa Birliği veya başka birlikler yoluylainsanlık bütünleşecek, medeniyetler çatışmayıp, çakışacaktır. Medeniyetlerin çakıştığı noktada Hıristiyanlığınaslına dönmesi, gerçek insanlığı yakalaması zaten İslamileşmesi anlamına gelecektir. Çünkü İslam, Hz. Adem’denbu yana bütün dinlerin asıllarını, özlerini içine alan bir kavramdır. Aslına dönen her din İslamlaşmış olur. İnsanlığınbütünleşmesi kaçınılmaz bir son gibi gözükmektedir ve bu bütünleşmenin İslam zemininde gerçekleşeceğine dairpek çok emareler zuhur etmiştir. Bu bütünleşmenin siyasi boyutundan çok sosyal boyutu, yani halkların bütünlüğüönem arz etmektedir. Halklardaki bütünleşmenin önünde hiçbir siyasi irade ve otorite duramayacaktır. O haldesiyasileri bir noktaya kadar olabilecek gayretlerini asıl tamamlayacak olan Nur talebeleridir. Artık hizmet ufku dünyayıve insanlığı kuşatmalıdır. Türkiye Avrupa Birliğine sokacak da, insanlığa barış getirecek de, medeniyetleri bütünleştirecekde bu hizmetler ve Risâle-i Nur’un neşri yolundaki ihlaslı gayretler olacaktır.