Adalet-i Mahza, Bir Mana-yı Harfî Tavrıdır

Hayatımızdaki temel bir problemlerden biri, bütün düşüncelerimizin mülk aleminin yatay ilişkileri içinde şekillenmiş olmasıdır. Melekût ve mülkün dikey bağlantısının çoğunlukla yaşantımızdan silindiği bir dünyada yorumlar, düşünceler ve kararlar, genellikle mana-yı ismî bakışının uzantısında şekilleniyor. Eşyayı yalnızca dünya ya da mülk boyutunda algılamak ve menfaat merkezli bir bakış açısı geliştirmek olan dünyevileşme ve pragmatizm, insanlığın asırlardır devam eden önemli bir hastalığı olarak önümüze çıkıyor.

Aslında, temel iki yol var. Biri, felsefe yolu, diğeri nübüvvet yolu. Felsefe yolunu ismî bakış şekillendiriyor, nübüvvet yolunu ise harfî bakış belirliyor. Ancak her insanın ruhunda ve hayatında hem felsefe hem de nübüvvet yolunun izleri var. İsmî bakışın günlük yaşantıya yansıması ruhsat, adalet-i izafiye, saltanat ve siyasettir. Yani bugünkü dünyevileşme ve pragmatizm kavramlarıyla ifade edilebilecek haller. Harfî bakışın yansıması ise azimet, adalet-i mahza ve hilafettir. Daha doğrusu emrolunduğu gibi dosdoğru yaşanan bir kulluk. İsmî bakışın bizden temsilcileri İbn-i Sina, Farabi, İbn-i Rüşd, İbn-i Haldun, Harun Reşit ve Halife Me'mun gibi isimlerdir. Harfî bakışta ise başta Hazret-i Muhammed, Hazret-i Ali, Gavs-ı Azam, İmam-ı Gazali ve Bediüzzaman gibi İslamiyet'in parlak yıldızları göze çarpıyor.

İsmî bakışın yolunu dünyevi şartlar ve ilk planda mülkün kuralları belirler. Bu bakış açısının sonucunda şekillenen yaşam, hesap-kitap üzerine kuruludur. Cemiyetin selameti için fert feda edilebilir. Tavırlarınızı belirleyen esas, güçler dengesini gözetmek, kâr-zarar hesabı ile yön belirlemektir. Yani, esas doğruların değil, konjonktürün belirlediği bir rotada seyredersiniz. Harfî bakışta ise, her konuda "emir" esastır. Yani, Kâinat Sultanı'nın arzuları ve O'nun yolunu aydınlatan Yaver-i Ekrem'in (a.s.m.) tavır ve tavsiyeleri rotanızı belirler. Bu noktada doğru olduğuna inandığınız tavırlardan zamanın ve şartların icabı olarak geri dönmezsiniz. Bu yolda bir gemide bir masum ve dokuz cani ya da doksan dokuz cani olsa dahi, toplumun selameti veya başka mülahazalarla o gemiyi batıramazsınız. Her bir fert ayrı bir alemdir ve topluluk için feda edilecek bir eşya muamelesine tabi tutulamaz. Her bir insan fert olarak Yaratıcı için değerlidir. O yüzden tek cana kıymak bütün alemin canına kıymakla denk tutulmuştur.

İsmî bakışta aşikâr ya da gizli, yani farkında olmadan kuvveti hakkın üstünde tutarsınız. Çünkü, mülkte yapılan yatay değerlendirmelerde, konjonktürel tavırlarda kuvvet belirleyicidir. Bu bakışın algılarında ise kuvvet, ilgili olduğu unsurdan kaynaklanıyormuş gibi gözükür. Kuvvetin oluşturduğu baskı ve korku ile vehmi kuvvetin sahibini razı etmek mecburiyeti hissedilir. Ne kadar koyup, ne kadar alacağınıza göre tavır belirlersiniz.

Harfî bakışta ise birinci düstur, amellerinde esasın Allah rızası olmasıdır. O'nun rızası olup, kabul etmesi dışında hiçbir vehmi gücün baskısını ve oluşturmak istediği korkuyu dikkate almazsınız. Eğer O razı olursa, bütün halk sizin aleyhinizde yer alsa da ehemmiyeti yoktur. O'nun razı olup kabul etmesi ile isterse ve hikmeti iktiza ederse halkları da razı edeceğine ve onlara da kabule ettireceğine inanırsınız.

Adalet-i mahza bir mana-yı harfî tavrıdır ve her ferdin yaşantısına, bütün alem kadar değer verir. Adalet-i izafiye ise bir mana-yı ismi tavrıdır ve mülkün şartlarına göre tavır belirlemektir. İslam dünyasının mümtaz şahsiyetlerini karşı karşıya getiren bu ayrım noktası Hazret-i Ali (ra) gibi esedullahları uğrunda şehit verdirecek kadar önemlidir. İslam gözlüğü ile hayata bakışın temel noktası bu olmalıdır.

Bütün bu mukayeselerden sonra, son dönem dünya gündeminin tekrar gözden geçirilmesinin önemini vurgulamak gerekmektedir. Irak'ın başındaki şahsın yanlışlıkları bahane edilerek ülkeye reva görülmesi planlanan muameleler, ortaya konan sebeplerin doğru kabul edilmesi halinde bile adalet-i izafiyenin insanlığı getirebileceği en kötü nokta olmalıdır.

İşin en yaralayıcı noktası ise, neredeyse tüm İslâm aleminin ve idarecilerinin, bir süper gücün karşısında kendilerini aciz hissedip, yapacak bir şey olmadığına inanmalarıdır. Bu duygu, insanın bütün fiillerini en inceliklerine kadar idare eden, Büyük Patlamadan bu ana kadar kâinatı sayfa sayfa hazırlayıp bir teşhir yeri haline getiren Kadîr-i Zül'Celâl'e, Sultan-ı Ezel'e karşı hissedilebilecek en kötü hal olmalıdır. Oysa O'nun karşısında hiçbir güç yoktur. O'nu bulan her şeyi bulur.

Şimdi bu ölçülerle herhangi bir politikacının şu sözlerinin hangi çizgide kaldığının değerlendirmesini sizlere bırakalım: "Amerika'nın tavırlarına ve savaşa karşıyız. Ancak aktif konumda olmazsak savaş sonunda masaya oturamayız. Sonra, bu savaşı engelleyecek gücümüz de yok. Bu yüzden şartlar ve dünya siyasetinin genel hali içinde en doğru tavrı belirlemek durumundayız…"

Bütün alemi sizin hizmetinize sunan ve nefes alışlarınızdan, kalbinizin atışına kadar her şeyinizi tanzim edip, ihtiyaç duyduğunuz rızıkları size yetiştiren Zat-ı Zül’Celal'in, Rahman-ı Rahim'in huzurunda bu sözleri söylediğinizi bir tahayyül edin! Yoksa, her an O'nun huzurunda olduğumuza inanmıyor musunuz?