Kainatın Hecesi

Sayfalarımızda 48 bölüm halinde yayınlanan “Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi” yeniden gözden geçirilerek kitaplaştırıldı.

Kuantum Dilinde Kainat'ın Hecesi
—Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi—,
Hakan Yalman,
Risale-i Nur Enstitüsü Yayınları,
İstanbul 2004, 202 sayfa
ISBN 975-94179-7-9

Terim olarak, “Bir eserin zor anlaşılan yerlerini çözüp, yorumlayarak açıklama ve bu maksatla yazılan eser” anlamına gelen şerh, İslamî literatürde sıklıkla başvurulan ve kabul gören bir türdür. Kur’an’ın bu asra bakan en önemli tefsiri olan ve son günlerde sadeleştirme tartışmalarına da konu olan Risale-i Nur’un şerhinin gündeme getirilmesi ise; bu eşsiz eserlerin daha fazla kimse tarafından daha kolay anlaşılması ve bu eserlerdeki hakikatlerin daha net ortaya konulması anlamına geliyor.

Risale-i Nur Enstitüsü Yayınları’ndan Hakan Yalman imzasıyla çıkan “Kuantum Dilinde Kainat’ın Hecesi —Tahavvülat-ı Zerrat Şerhi” adlı eser, bu konuda atılmış önemli bir adım olarak kabul edilmelidir.

Risale-i Nur Külliyatı’nda 30. Söz’ün İkinci Maksad’ı olarak yer alan “Tahavvülat-ı Zerrat” bahsi, tahavvülat-ı zerrat’ın tılsımını keşfeden, zerrelerin hareketini hikmetli ve muntazam bir şekilde göstererek, zerrelerin Sultan-ı Ezelî’nin muhteşem, itaatkar memurları olduğunu ispat eden bir risaledir.

***

Giriş’te, Kuran’ın ışığında varlığı anlamak gayreti içersine giren Bediüzzaman’ın Risale-i Nur ile aklın nuru olan fen ilimlerini, vicdanın ziyası olan din ilimleri ile meczedip ikisini birlikte anlama tezini ortaya koyduğunu belirten yazar, “Tahavvülat-ı Zerrat” bahsinin bu anlamda ortaya konan en önemli eser olduğunu belirtir. Varlığı zerrelerle yazılmış bir kitaba benzeten yazar, varlık kitabının anlaşılmasının zerrelerin anlaşılmasıyla yakından ilgili olduğunu ifade etmektedir.

“Tahavvülât-ı Zerrat” başlığı ile başlayan eser, Risale-i Nur’da yer alan bu bahsin cümle cümle, bölüm bölüm açıklanıp yorumlanması şeklindedir. Yazar tarafından her bölüm bir başlık altında ele alınmış ve bu bölümler bazen bilim dünyasının önde gelen isimlerinin araştırmalarıyla desteklenerek, ilmi dayanaklarla açıklanmıştır. Yazarın kullandığı başlıkların o yazının ana fikrini ortaya koyduğunu da belirtmek gerekir.

Yazar eserine, varlığımızı anlamlandırabilmek için sorduğumuz “Kimsin?, Necisin?, Nereden gelip, nereye gidiyorsun?, Varlığın anlamı nedir?” sorularının cevabını aramaya zerreden başlamak gerektiğini ifade ederek başlar. Bu bölümde zerrenin tarifini yapan ve atomun yapısı ve keşfinin tarihçesini veren yazar, Risale-i Nur terminolojisiyle zerrelerin ibda ve inşa boyutu üzerinde durur. Buna göre: “Zerreler bir taraftan ibda hakikati gereği süratle varlık alemine girip çıkarken, çok küçük zaman dilimlerinde varlık tablolarını teşkil ederken, inşa boyutu ile de makro alemin değişim ve başkalaşımlarının zemini olurlar.”

“Nakkaş-ı Ezeli” ve “Kalem-i Kudret” kavramlarını açıklayan yazar, zerrelerdeki tahavvül, kaynaşma ve bir halden başka bir hale geçişi “kainat kitabının yazıldığı andaki kaynaşma ve titreşme” olarak ifade eder. Nakkaş-ı Ezelî’nin Kudret kaleminin ucu olan zerre ile o anda çizilen tabloyu görebilenleri zerrat alemindeki yolculuğa davet eder.

“Kaos da bir Düzendir” başlıklı bölümde, kainatı kurulu bir makine gibi algılayan Newtoncu mekanik anlayış ile, yaratıcıyı bir kenara iten, varlığı maddeden ibaret sayan, tabiatçı görüşlerin uzantıları olan Pozitivizm, Determinizm, Darwinizm gibi ekollerin iddia ettikleri gibi kainatın bir tesadüfün eseri olmadığı bilimsel veri ve örneklemelerle ortaya konulmaktadır.

“Varlığın En Güzel Meyvesi Hamddir” başlığıyla varlığın gerçek mahiyetinin “Elhamdülillah”larda nasıl ortaya çıktığını aktaran yazar, “Mesela nar ve mısıra dikkat et!” cümlesini incelerken bu iki meyvede Cemil, Sani’, Nakkaş gibi isimlerin ön planda olduğuna dikkat çekerek bu meyvelerin teknolojinin son noktasını gösterircesine teknik mükemmellikler sergilediklerini belirtir.

“Tahavvülat-ı Zerrat” kavramına konulan “Haşiye”nin açıklandığı bölüm için yazar “Tahavvülat-ı Zerrat” kavramının İmam-ı Mübin, Kitab-ı Mübin gibi Kur’ânî kavramlar üzerine oturtulduğunu; Levh-i Mahv, İspat, Levh-i Mahfuz-ı Azam gibi kevnî sırlara dair kapılar aralandığını belirtir. Burada, İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin’i kainat kitabının imlaları, gramer kuralları olarak niteleyen yazar, Tahavvülat-ı Zerrat için “30. Söz’ün, Risale-i Nur Külliyatı’nın, Kur’an’ı Mucizü’l-Beyan’ın ve kainat kitabının açılımı, bunlar ve içindekilerin anlaşılmasına dair bir anahtar gibidir” der. Yazar, bu Haşiye’nin fizikçilerin en büyük hayali olan “Her Şeyin Teorisi”ne dair ipuçları ve önemli izahlar taşıdığı saptamasında bulunur. “İmam-ı Mübin ve Kitab-ı Mübin” kavramları üzerinde duran yazar, bir çok İslam âliminin açıklamaya çalıştıkları bu kavramları Risale-i Nur farkıyla ortaya koyar. Risale-i Nur’un ele aldığı en hassas meseleler arasında sayılabilecek bu kavramları anlamakta zorluk çekenler veya meselenin farklı boyutlarını görmek isteyenler için bu bölümleri başvurulabilecek önemli kaynaklar arasında göstermek mümkündür.

İslâmî terminolojide büyük önem arz eden ve “Allah’ın ezelî ilmiyle kainatta olmuş ve olacak şeyleri takdir ettiği manevî levha, ilm-i ezelî” olarak tarif edilen “Levh-i Mahfûz” kavramını “Levh-i Mahfûz Kainatın Şifresidir” başlığı altında inceleyen yazar, özetle, “Levh-i Mahfûz kainat kitabının manalarının toplandığı bütün; İmam-ı mübin bu manaların kaydedildiği CD; Kitab-ı Mübin ise bilgisayarda çalıştırılan CD’nin bilgisayar ekranındaki görüntüleri gibidir” diyerek meseleyi akla yaklaştırır.

“Hayatımız Film Gibi” başlıklı makalesinde, kainat kitabının özelliğinin okunduğu anda yazılması, anında ilme dönüşmesi olduğunu belirten yazar, bu durumu bir bilgisayar Networks ağının iki ucunda bulunan yazar ve okuyucunun konumuna benzetir. Yazarın ilmindekiler bilgisayara aktarılıp okuyucunun ekranında belirir. “Zaman”, “aynıandalık”, “öncelik”, “sonralık” gibi kavramlar üzerinde duran yazar, çeşitli izahlardan sonra kainatı ve muhatap olduğumuz varlıklar alemini naklen yayına benzetir. Buna göre: “İlm-i İlâhîdeki manalar zerrelerin melekut levhalarından geçip, esir ekranında görüntüye dönüşmekle gaybdan şehadete, ilimden kudrete, manadan ifadeye çıkıyorlar.” “Levhaların sürekli ve ard arda yazılıp silinmesi ve süreç, işleyiş, değişim, gelişim, başkalaşım gibi kavramların ifade ettiği kainat ayetlerinin mürekkebi” olarak tarif edilen “zaman” kavramı üzerinde durulurken “esma”nın zaman mürekkebi ile yazıldığı ifade edilmektedir.

Tahavvülât-ı Zerrat bahsinin Birinci Nokta’sının Birinci Mebhası’nın şerhine “O Vahiddir, O Ehaddir” başlığı ile başlayan yazar, bu bölümde “zerre”nin temel unsur, varlıktaki işleyişin temel yapı taşı olarak ele alındığını belirtir. Burada elementlere kudret verildiği taktirde mevcudat adedince ilahları kabul etmenin imkansızlığını ve mantıksızlığını örneklerle açıklayan yazar, kainattaki bütün işlerin aksaksız yürüdüğünün altını çizer ve “Bir şeyden her şeyi yapmak ve her şeyi bir tek şey yapmak, her şeyin Halık’ına has bir şeydir” der. Yazar bu bölümü, her bir zerrenin, unsurun, eşyanın ve tüm kainatın O’nun kudretinin neticesi olduğunu vurgulayarak bitirir.

“Zerre Kudret Kaleminin Ucudur” başlığı ile uzun bir bölümün şerhi yapılırken Risale-i Nur terminolojisinde zerrenin kudret kaleminin ucu olarak tarif edildiğine dikkat çeken yazar, “Hüve Nüktesi”ne de atıfta bulunarak her bir zerrenin bütün zerreleri kontrol edebilecek bir ilim ve kudret sahibinin emriyle hareket ettiğini ifade eder.

“İkinci Mebhas”ın şerhi “Her Şey O’nu Övüp, O’nu Tesbih Eder” başlığı ile başlar. Bu bölümde makro ve mikro alemin aynı sanatkarın ürünü olduğu fikri açıkça ortaya konulmaktadır.

Bundan sonraki beş bölüm, zerrelerde görülen halden hale geçişlerin ne ifade ettiğini anlatan, zerrelerin ortaya koyduğu beş muhteşem hikmeti açıklamaktadır. Bu beş hikmet üzerinde duran yazar, bu hikmetler çerçevesinde hiçbir aklın zerreleri; “tesadüfler eseri, ihtimallerle hareket eden, kendi kendine sersem gibi dönüp oynayan varlıklar” şeklinde tarif edemeyeceğini ifade eder. Burada Risale-i Nur literatüründe önemli bir yere sahip olan “mana-i harfi” kavramını ön plana çıkaran yazar, Hakîm isminin bir taraftan bir zerrede, diğer taraftan zerrelerin tamamında gözlendiğini ifade eder.

“Büyük Patlama”yı Kur’an terminolojisinde sonsuz cemal ve kemalin kabına sığmayışının, küçük bir zerreye sığmayarak onu çatlatışının patlaması olarak ortaya koyan yazar, insanın başlangıçtan itibaren geçirdiği hayat serüvenini ve ortaya çıkan mükemmellikleri anlatarak, bu mükemmel işleyişin sırrını “güzellik ve görünmek istemek” olarak açıklar.

“Hakikatte Zerre ve Kainat Birdir” bölümünde, başlığından da anlaşıldığı gibi zerrenin kainatı ifade ettiği anlatılmaktadır. Bu bölümün sonunda “ilim” tarifinin yeniden yapılmasının gerekliliğini ifade eden yazar, manaları harfîleştirmeyen bir yaklaşımın cehaleti ortaya çıkaracağını, gerçek ilmin “mana-i harfî”lerin toplamı olduğunu belirtir. Yazarın ifadeleriyle “Allah’a inanmayan, onu tanımayan bir insandaki ilim ne kadar yüksek olsa da anlamsızlığa ve abesiyete mahkumdur.”

Üçüncü Nokta’nın şerhine “Zerre Hayatla, Hayat İmanla Nurlanır”başlığı ile başlayan yazar, burada birinci noktada dile getirilen zerrelerin hareketleri ile ilgili beş hikmetten başka altıncı hikmeti açıklar. Öncelikle “hayat” kavramı ve tarifi üzerinde durulur. Özellikle Hayy ismini en parlak şekilde yansıtan varlığın insan olduğu vurgulandıktan sonra, zerreler alemindeki tahavvülâtın da hayatın merkezi olan insan etrafında gerçekleştiği dile getirilir. Bütün işleyişin insanın hayata mazhariyeti için; bununla ortaya çıkan duyguların, sezgilerin muhabbetullah için olduğunu ifade eden yazar, zerrelerin bütün telaşının şuur sahiplerinin ruhlarında manaya dönüşmek ve bu şekilde hayattar hale gelmek olduğunu, bu mananın iman ile harfileşmesi gerektiğini, hayatı nurlandıranın iman olduğunu ortaya koyar.

“Zerratın harekatında şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?” sorusunun cevabını “Zerrelerin Hikmeti Varlıkla Bilinir” başlıklı yazı ile şerh eden yazar, varlıkların sanatkarane yaratılmasının ve bütün fiillerde bir maksadın görülmesinin zerrelerin işleyişinde bir hikmet olduğunu açıkça gözler önüne serdiğini, “hikmet”in müspet ilimler tarafından da kabul edilen bir kavram olduğunu belirtir. “Şu hikmetin bulunması ne ile bilinir?” sorusuna karşılık “varlığın kendisi ile bilinir” cevabının ön plana çıktığını gözler önüne serer.

Yukarıda sorulan sorunun ikinci kısmını “Zerre Kainatı Hikmetle Dokur” başlığı ile açıklayan yazar, burada da varlık aleminde her şeyin birbiriyle irtibatlı olduğunu gözler önüne serer. Burada da vurgulanan, “mana-i harfi”yi ortaya koyan bir bakışla her şeyin aslının, özünün marifetullah ve muhabbetullah ve nihai kemal olarak Cemalullah olduğudur.

Sorunun üçüncü kısmı, “Hayat Zerrenin Hikmetine Delildir” başlığı ile açıklanmaktadır. Burada da, varlık aleminde en latif ve en belirgin hakikatlerden biri olarak hayat ön plana çıkarılmaktadır. Hayatın bir yönüyle akıl almaz bir tecelli, diğer yönüyle de her şeyi aslına, özüne dönüştüren bir tezgah olduğunu ifade eden yazar, hayat tezgahının nihaî meyvesinin manalar, manalara gerçek anlamda mazhar olanın insan, insandaki manaların asliyetine dönüşmesi için lazım olanın da iman olduğu vurgulanır.

Yazar eserinin bundan sonraki bölümünde, Tahavvülat-ı Zerrat bahsinde ele alınan ve kainatta cari olan yedi kanun üzerinde durur. Yaşadığımız hayatın her alanında belirli kural ve kanunların olduğunu ifade eden yazar aslında kainatın da belli kurallar ve kanunların varlıkların diliyle ifade edildiği bir kitap olduğunu belirtir. Yaşadığı dünyaya, çevresine ya da kendisine dikkatli bir gözle bakan insan kainatta cereyan eden mükemmel işleyişin muhasebesini elbette yapacaktır. “Bu mükemmel işleyişi ortaya koyan kimdir? Bütün mahlukatın, göremediğimiz binlerce varlığın hakkını böyle adilane gözetleyen kimdir? Bütün varlıkların rızkını eksiksiz, sürekli temin eden bu cömert zat kimdir?” vb. soruları akıl sahipleri kendilerine sormadan edemezler. Yazar, bu soruların cevabını kainatta geçerli olan kanunlardan yola çıkarak ilmi bir şekilde ortaya koymaktadır. Her şeyden önce, bilimin zaten var olan bu kanunları keşfetmesinin, kainat kitabının dilini çözmeye yaradığının altını çizen yazar, kainatta geçerli olan ve zerrelerin hareketinde de gözüken Kanun-ı Rububiyet, Kanun-ı Kerem, Kanun-ı Tahsin ve Cemal, Kanun-ı Rahmet, Kanun-ı Hikmet, Kanun-ı Adl ve Kanun-ı İlmi Muhit’i teker teker inceler.

Sonuç olarak yazar, bu yedi kanunla, zerrelerin hareketindeki hikmeti iyice pekiştirmekte, zerrelerin bu kanunlara itaat etmeleriyle onların bir mercie bağlı olup başıboş olmadıklarını ortaya koymaktadır.

Yazar ‘Son Söz’ olarak Risale-i Nur’daki bu bahsin “Elhasıl…” ile başlayan bölümünü şerh eder.

Sonuç olarak, Tahavvülât-ı Zerrat’ın şerhi olan “Kainat’ın Hecesi” adlı eser, Bediüzzaman Said Nursî’nin yorumlanmaya ihtiyaç duyulan bu eserini, bilim dünyasının günümüzde ortaya koyduğu gelişmeler ışığında incelemesi ve açıklaması bakımından önemlidir. Eser, yaratıcıyı bir kenara iterek kainatı tesadüf eseri, varlığı da sadece maddeden ibaret gören maddeci, tabiatçı yaklaşımın dayanak noktalarını, ilmin hakim olduğu asrımızda, bütün hükümlerini ilime ve fenne dayandıran Kur’an’ın bu asırdaki tefsiri olan Risale-i Nur hakikatleriyle çürütmektedir.