Ehl-i Sünnet

Kavram-Tarihi Görünüm

İslâmî literatürde "Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat" terimi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile Ashabınınakaid sahasında takip ettikleri yolu izleyenleri ifade etmek için kullanılır. Bu topluluk kısaca Ehl-i Sünnet terimiile de ifade edilmiştir. Terimdeki "cemaat" tabirinin ashab-ı kiramı, her devirdeki Müslümanların büyükekseriyetini (sevad-ı azam), müçtehid alimleri ve aynı devlet reisine biat eden Müslümanları ifade etmek için kullanıldığıgörülmektedir. (eş-Şatıbi, el-İ’tisam, 2, 258-265). Ancak Ehl-i Sünnet terimi genel olarak Peygamber Efendimizin veAshabının inanç, ibadet, hukuk ve ahlak meselelerindeki uygulamalarını örnek alan Müslümanları ifade etmek içinkullanılır. İslam tarihinin seyrine bakıldığı takdirde de, Ehl-i sünnet tabirinin Peygamber Efendimizin vefatındansonra Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde "amel eden" Müslüman grupları ifade etmek için kullanıldığı görülecektir.

Erken dönem hadis kaynaklarına bakıldığı zaman, Ehl-i Sünnet tabirinin hadis-i şeriflerde yer almadığı görülmektedir.Ehl-i Sünnet tabiri yerine "sünnet" ve "cemaat" gibi tabirler yer almaktadır: "Ümmetin fesadızamanında kim benim sünnetime ittiba ederse yüz şehid ecri kazanır." (Müsnedü’l Firdevs, 4:198, Feyzü’l Kadir,9:171). "Ümmetimden bir grup Allah’ın emri üzerinde dosdoğru yürümeye devam edecek ve muhalefet edenler onlarazarar veremeyecektir." (Camiü’s Sağir, s. 1639)

Ehl-i Sünnet terimiyle Hz. Peygamber’in itikadi ve ameli davranışlarını model kabul etmiş Müslüman cemaatin ifadeedilmesi Hz. Peygamberin vefatından sonra gerçekleşmiştir. Şer’i delillere dayanmadan bilgi üreten veya içtihat eden fırkalarınİslam toplumunda zuhur etmesiyle birlikte Kur’ân ve Sünnet ölçülerini muhafaza eden cemaat Ehl-i Sünnet adını almıştır.Ehl-i Sünnet mezhebi itikadi bir mezhep olarak ortaya çıkmış, ehl-i bid’a adıyla anılan mezheplerin ortaya çıkmasındansonra İslam dininin özünü koruyan ulema Ehl-i Sünnet adıyla anılmıştır.

Ehl-i sünnet mezhebinin ortaya çıkışının İslam aleminde ilk siyasi görüş ayrılıklarının başladığı dönemerastladığını söylemek mümkündür. Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra İslâm toplumunda ortaya çıkan karışıklıkve akabinde Hz. Ali’nin hilafeti döneminde ortaya çıkan iç savaşlar ve siyasi çekişmeler İslam aleminde iman-küfür,kader, kebairleri irtikap edenlerin durumu gibi meselelerin tartışılmasını beraberinde getirmişti. Bu tartışmalar veçekişmeler itikadi fırka ve zümrelerin ortaya çıkmasını netice verecekti. Bu atmosferde Kur’ân ve Sünnet hükümlerinin,muhafaza edilmesi gereken emanetler olduğu bilinci inkişaf etmeye başlamıştı. (Harici ekolüne mensup şahısların günahişleyen herkesi tekfir etmesi, Emeviye iktidarının siyasi amaçlarla Cebriye fikirlerini yaymaya çalışması, Ma’bed elCüheni gibi şahısların kaderi inkar eden görüşleri Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya çıkan olumsuzluklarabirkaç örnektir.)

Ehl-i Sünnet mezhebini hukuk mezhepleri ve itikadi mezhepler olmak üzere iki başlık altında incelemek mümkündür.Hukuk Mezhepleri veya Fıkıh Mezhepleri olarak adlandırılan mezheplerin en yaygınları Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbelimezhepleridir. Bu mezheplerin imamları şer’i bir hükme genellikle şu şekilde ulaşmaktaydılar: İçtihat konusu meselehakkında öncelikle Kitaba müracaat edilir, burada bilgi elde edilemezse Sünnet-i Seniyyeye başvurulurdu. Sünnet-iSeniyyede de hüküm bulunamazsa Sahabelerin (Ashabın) kavillerine başvurulurdu. Bu mezheplerin usulleri birbirinden farklıdır,fakat Kitap, Sünnet ve Sahabe kavillerinin hükme ulaşabilmek için kaynak kabul edilmesi dört mezhepte de ortak özelliktir.

Sünni itikadi mezheplerin Selefiyye, Eş’ariyye ve Maturudiyye gruplarından meydana geldiği kabul edilmektedir:

1- Selefiye Ekolü: Selefiyye ekolünün öncüsü Ahmed ibn Hanbel’dir. Selefiyye, iman esaslarıyla ilgili konularda ayetve hadis hükümleriyle yetinmiş, teşbih ve tecsim usullerinden kaçınmışlar, fakat tevil metodunu da kullanmamışlardır.İtikadi meselelerde akıl ve rey’e asla başvurmayan Selefiler, Kur’ân ve Sünnet ile bildirilenleri aynen kabul ederler,tevilden kaçınırlardı.

2- Kelâmcılar (Maturidiyye ve Eş’ariyye): 9. yüzyılda gerçekleştirilen tercüme faaliyetleri ve İslâm topraklarınıngenişlemesine paralel olarak yeni kültürlerle karşılaşılması, itikadi meselelerin akıl ilkeleriyle izah edilmesizaruretini doğurmuştu. Bu ortamda Ehl-i Sünnet âlimlerinin akıl ilkelerini esas alarak çalışmalarda bulunması İslâmâlemi içerisinde kelamcıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. En önemli kelam mektepleri ise Maturidiyye ve Eş’ariyyedir.

Selefiyye akımı ile Maturidiler ve Eş’ariler arasında karşılaştırma yapılırsa Selefiye akımına mensup olanalimlerin "nasda varid olanı -müteşabihatı ile birlikte- aynen kabul edip teşbih ve tecsime düşmemekle beraberte’vile de gitmedikleri" görülmektedir. (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi-Giriş, s. 113). Ehl-i Sünnet kelamcıları(Maturidi ve Eş’ariler) ise itikadi meseleleri izah ve ispat hususunda kelam ilminin metodlarını kullanmışlar ve bununbir gereği olarak "akli deliller"e büyük önem vermişlerdir. İtikadi meseleleri izah etmek için bilimselmetodlardan faydalanmışlar ve İslam itikadı ile bağdaşmayan görüşlere reddiyeler yazmışlardır.

Selefiye ekolü ilk asırlarda İslam dünyasına hakim olan bir mezhepti. İleriki yıllarda eski Yunan felsefesindeki bazıilkelerin ve görüşlerin İslam aleminde bilgi felsefesinin yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılması, Hicretinikinci asrından itibaren bid’at fırkalarının ilmi manada teşekkül etmeye başlaması Selefiyye akidesinibenimseyenlerin sayısının azalmasına neden oldu. Selefiyye ekolünün popülerliğini yitirdiği bu dönemde Ehl-i Sünnetkelamcıları olarak adlandırılan Maturidi ve Eş’ari ekolleri nassları akli ilkelere bağlı kalarak tefsir ettikleri,bilimsel metotları kullanmaktan çekinmedikleri için daha fazla revaç görmüşlerdir.

Ehl-i Sünnet mezhebinin en büyük özelliği Kur’ân hakikatlerini ve imani meseleleri Sünnet-i Seniyyeye uygun bir şekilde,yani "istikamet dairesinde" yaşamış olmasıdır. Bediüzzaman bunu "Alem-i İslam’da Ehl-i Sünnet veCemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azimesi, hakaik-ı Kur’âniyeyi ve imaniyeyi, istikamet dairesinde hüve hüvesineSünnet-i Seniyyeye ittiba ederek muhafaza etmişler" (Mektubat, s. 327) sözleriyle ifade etmiştir. Bu metodubenimsemiş olmaları bu mezhebin diğer itikadi fırkalara göre itidalli bir çizgiye sahip olmasını netice vermiştir. DünyaMüslümanlarının % 90’ından fazlasını oluşturan Ehl-i Sünnetin İslam ilimlerine ve itikadına yaptığı katkılarkuşkusuz çok mühimdir. Ebu Hanife, Ahmed İbn Hanbel, İmam-ı Şafii, İmam-ı Maliki, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani,Hasan el Eş’ari, İmam Maturidi gibi birçok İslam alimi Peygamber Efendimizin Sünnet-i Seniyyesine ittiba etmiş ve dönemlerindebirçok Müslüman’a feyz vermişlerdir. Bu alimlerin ortak özelliği meslek ve meşreplerinde Sünnet-i Seniyye’nin çok mühimbir yere sahip olmasıdır.

Risâle-i Nur’da Ehl-i Sünnet

Risâle-i Nur’da Ehl-i Sünnet cemaatinin nasıl değerlendirildiğine geçmeden önce Külliyat içerisinde fikri ekollerinveya mezheplerin "hak" veya "batıl" olarak nitelendirilmelerinde hangi ölçülerin geçerli olduğunubelirtmekte fayda vardır. Risâle-i Nur’da bir fırka veya mezhep değerlendirilirken öncelikle bu ekolün genel olarakfikri yapısının incelenmesi, ondan sonra batıl mezhep veya hak mezhep olarak değerlendirilmesi tavsiye edilmektedir.Bediüzzaman’a göre, "mezhepler ve meslekler ne kadar batıl olsalar da, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak,bir hakikat bulunur. Eğer asarına ve neticelerine hükmeden hak ve hakikat ise ve menfi cihetleri müsbet cihetlerine mağlupise, o meslek haktır. Eğer içinde hak ve hakikat, neticelere hükmedemiyor ve menfi cihet müsbet cihetine galebe ediyorsao meslek batıldır. Onun ehli, ehl-i bid’a ve dalalet olur." (Mektubat, s. 354) Buna göre batıl görünümlü olsabile mezheplerin külliyen asılsız bilgilerle dolu olduğunu düşünmek pek bilimsel bir değerlendirme olmayacaktır. Bütünfikirlere eşit mesafede yaklaşmayı gerektiren bu incelik bilimsel analiz için gerekli olan "soğukkanlıinceleme"nin de gerçekleşmesine neden olacaktır.

Risâle-i Nur’da Ehl-i Sünnet cemaatinin "mezheb-i hak" ve "ehl-i hak" tabirleriyle nitelendirildiği görülmektedir.Ehl-i Sünnet cemaatinin bu olumlu tabirlerle tavsif edilmesi Bediüzzaman’ın Ehl-i Sünnet cemaatini müsbet cihetlerimenfi cihetlerine galebe etmiş bir mezhep olarak değerlendirdiğini göstermektedir. Az önce de belirtildiği gibi birmezhebin hak mezhep olarak nitelendirilmesi için müsbet cihetinin menfi cihetine galebe etmesi gerekmektedir. Ehl-i Sünnetcemaatinin "mezheb-i hak" olarak değerlendirilmesi ise bu ekole mensup olan düşünürlerin asırlarca Sünnet-iSeniyye (Ahkama ve adaba yönelik Sünnetin ihya edilmesi) hükümlerini canlı tutmasından kaynaklanmaktadır.

Bediüzzaman, Peygamber Efendimizin "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-ınaciyedir. Bu fırka Bana ve Ashabıma tabi olanlardır." hadis-i şerifindeki "fırka-ı naciye" (Ebu Davud,Sünnet 1, İbn Mace, Fiten 17) teriminin Ehl-i Sünnet ve’l-cemaate işaret olduğunu söylemektedir. (Mektubat, s. 106)

İslâm düşünce tarihi içerisinde Sünniler ile Şiiler arasında cereyan etmiş çekişmelerin ayrıntısına girmektenkaçınan Bediüzzaman, her iki mezhebin de siyasî meselelerdeki manasız ve zararlı olan nizaı aralarından kaldırmalarıgerektiğini belirtir. (Lem’alar, 32). Her iki mezhep arasında mevcut olan tartışmaların sonraki nesillere intikalettirilmesinin dine zarar vereceğini ifade eder ve her iki mezhebin ulemasını "birlik olmaya" çağırır. Bu yüzdenBediüzzaman’ın tartışmaları ve ayrılıkları körükleyen ulemayı üstü kapalı bir şekilde eleştirdiğini söylemekmümkündür.

Bediüzzaman, Ehl-i Sünnetin itikadi mezhepler içerisinde "vasat ve itidal" çizgisi üzerinde olduğunu ifadeeder. Cebriye, Mutezile ve Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında "halk-ı ef’al" meselesinde karşılaştırma yapanBediüzzaman, Ehl-i Sünnet’in hükümlerinde aşırılıktan kaçınarak vasat çizgisinde kalmayı başardığını söylemektedir.Burada belirtilmesi gereken husus Risâle-i Nur’da mezhepler hakkında genellemelerden kaçınıldığıdır. Buna göreMutezile veya Cebriye gibi mezhepler külliyen reddedilmemiş, yalnızca Kur’ân ve Sünnet ile bağdaşmayan görüşleribid’at olarak kabul edilmiştir.

Sonuç

İslâm düşünce geleneği içerisinde Kur’ân ve Sünnet ölçülerinin muhafaza edilmesine büyük katkısı olan Ehl-i Sünnet,Risâle-i Nur’da "ehl-i hak" mezhebi olarak tavsif edilmiştir. Bunun ana nedeni Ehl-i Sünnet mezhebinin İslâmiyetdışı görüşlerin zuhur ettiği hengamda Sünnet-i Seniyyeyi muhafaza etmesi, içtihatlarında vasat çizgisini muhafazaetmesi ve bu yolla İslamiyet’in özünü korumayı başarmasıdır. Yoksa Risâle-i Nur coğrafi şartlardan veya gelenekselSünni itikadına göre şekillenmiş bir toplumda ortaya çıkmasından dolayı Ehl-i Sünneti hak mezhep kabul etmiş değildir.Risâle-i Nur’da mezhepler, fırkalar ve düşünce ekoller değerlendirilirken kutuplaşmalardan kaçınılmış ve fırkalaşmanınneden olduğu vahim neticeler izah edilmiştir. İslâm kardeşliğinin fiili hayata geçebilmesi için mezhepler arasındakisuni ve zararlı tartışmaların ortadan kaldırılmasının zarureti anlatılmıştır. Bunun gerçekleşebilmesi için iseöncelikle mezhep taassubunun ortadan kalkması gerektiği ifade edilmiştir. Müslüman kardeşliğinin gerçek anlamda gerçekleşebilmesiiçin ise Sünnilerin ve Sünnilerin karşısında yer alan mezheplerin bir an önce suni tartışmalara son verecek somut adımlarıhayata geçirmesi gerekmektedir. "Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınızaalınız. İhtilafınızdan istifade eden zalimlere karşı "Mü’minler ancak kardeştirler" (Hucurat Suresi: 10)kal’a-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz. Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaaedebilirsiniz." (Mektubat, s. 261) ikazına kulak vermek zaruridir.