Kanun-u Hikmet

Dünya zıtlıklar alemi. Burada her şey zıddıyla biliniyor. Zıtlıklar derecelenmeyi ve her özelliklerdekifarklı mertebeleri doğuruyor. Hikmet de çoğunluklu zıddıyla idrak edilen yada daha net anlaşılan bir kavram. Bukavramı anlayabilmek için abesiyetin, maksatsızlığın, hiçliğin ve bunlara benzer kavramların iç alemimizde,beynimizdeki kavram haritasında yer alması önemli. "Ne için, neye yönelik, hangi maksatla?" gibi sorularıncevabını verebiliyor olmamız çok önemli. "Ne yapıyorsun?" sorusuna verilen "Hiiiç!" cevabı veya"Nereye gidiyorsun?" sorusuna "Bilmem!" şeklinde verilen cevap günlük yaşantımızdaki pek çokabesiyet örneklerinden yalnızca ikisi. Bu durumdan hiçbir ruh sahibi, şuurlu hiç kimse memnun olamıyor. Yani fıtratahoş gelen, yaratılışımıza uygun bir durum değil. Ancak, bu problemler, abeslikler de yine bizden; cüz’i, faraziitibari de olsa irade sahibi olmamızdan, ruhumuzun başına giydirilmiş şuurdan kaynaklanıyor. Şuur sahibi oluşumuzla,aklımızın sınırlılığını kabul etmeyip, her şeye yön verip, her olguyu şekillendirmeye kalkınca yanlışlıklar,eksiklikler ve abesiyetler ortaya çıkıyor. Bu da asılda ve özde kötü bir durum değil. Bütün bu yanlışlık,eksiklik ve abesiyetlerin olması mutlak hikmeti anlamak için gerekli. İzzet ve azametin istediği sebeplerin aklın nazarındaperde olması hali, hikmet anlatılırken Kudret’in abesiyetle irtibatlı gözükmemesi için gerekli. Umumi bakışta, genelmanzarada ya da ihatada dar çerçevedeki abesiyet de hikmetli ve güzel. Maksatsızlıklarında bir maksadı var. Gerek mülkgerekse melekût boyutunda nakıs bakışların ve cüz’i iradelerin farazi tasarrufu sonucu ortaya çıkan durumların hiçbirindemaksatsızlık, hiçlik ve abesiyet görülmüyor. Cüz’i iradelerin tasarrufu ile oluşan mülk boyutunun abesiyetleri isemelekût boyutunda, bütünde ve mutlak bakışta yine hikmete dönüşüyor.

Misli olmayan, eşi bulunmayan ve hiçbir şeye benzemeyen Yaratıcı vakti, manayı, maddeyi yani hiçbirmahluku israf etmiyor. Maksatsız, bir gayesi olmayan, abes işler yapmıyor. Zamanın en küçük diliminde ve bütün gözlerdenırak bir mekanda yaratılan zerre de, kainatın başlangıç ve sonunu içine alan bütünde bir gaye için yaratılmış.En küçüğünden en büyüğüne, her şey, "olmazsa olmaz" derecesinde kıymetli. Kıymetsizlikler, abesiyetler,maksatsızlıklar sadece dar bir alanda, itibari ve nisbi özellikler. Bütünün güzelliği için parçalarda bu şekildeözellikler olmalı. İmam-ı Gazali’nin "İmkan dairesinde, olandan, vücuda gelenden daha mükemmeli yoktur."mealindeki ifadesi bütünün bu özelliğini çok güzel ifade ediyor.

Bir tarafta ibda tarzında anlık vücuda gelişler ve sürekli, durmaksızın gerçekleşen yaratılışhakikati gözlenirken, diğer tarafta inşa ile bir halden diğerine geçişler, farklı farklı ortamlarda vazifelerizleniyor. Kainat bir havuz olsa, bu havuzun bir kenarından bırakılacak zerre her an havuzun herhangi bir noktasındabulunabilecek özellikler taşımaktadır. Her an herhangi bir yerde bulunabilme ihtimali, her an her yerde bulunabilmeihtimalini de ifade etmektedir. Bu da istatistik lisanıyla kesretin vahdete dönüşüm noktası olsa gerektir. Dün ya dabir yıl önce sofradaki tuzluktan tabağımıza düşen, sonra midemize giren bir sodyum atomunun, bugün dünyanın hattakainatın hangi köşesinde olduğunu nasıl kestirebiliriz. Ama biliyoruz ki, bir yerlerdedir, yok olmamıştır, hiçliğegitmemiştir; farklı bir yerde, farklı bir vazifeye devam etmektedir. İbda ile aynı sodyum sayısız kere yaratılmakta,sanki hep varolmaktadır. Aynı sodyumu ifade için sayısız elementten herhangi biri, yani en küçük zaman diliminde,varlık ve yokluğun üst üste bindiği "an-ı seyyale"de Basir-i Mutlak dışında hiçbir gözün göremeyeceğikadar kısa, vücut mertebesine çıkan sodyum atomu da hiçliğe, yokluğa, abesiyete gitmiş olmamalıdır. Zerre ve güneş,en küçük ve en büyük, en kısa ve en uzun ömürlü her şey önemlidir, her şey anlamlıdır, hiçbir şey, hiçbiroluş anlamsız ve abes olamaz, olmamalıdır. Aksi halde hikmet mutlak olamaz. Yıkılanlar, yok olanlar zahiri bir manayıifade etmektedir. Yoksa ademe, hiçliğe ve abesiyete gitmemektedir. Çürüyen bir çiçeğin toprağın verimini artırarakbaharda açacak yeni çiçeklere gübre olması, zerrelerine ayrılarak yeni çiçeklerde vazife yapacak zerreleri doğurmasıbu manaya en güzel örnek değil midir? Sanki, zerreler havuzunda bu zerrelerin farklı haller alışı ve farklımekanlarda bulunuşu ile kainat kilimi dokunmaktadır. Belki de Lavoisier bunu ifade etmek istemişti. Bu sınırsızmekanlarda sonsuz faaliyetlerin bir meydanda artık, fazlalık ve çöp olmayışı, hiçbir şeyin israf edilmediği ve herartanın ya da harabiyet ve helakiyet manalarına muhatap olan her şeyin yeni oluşan başka manalarda istihdam edildiğininen büyük delilidir.

Bediüzzaman’ın zamana getirdiği en önemli güzelliklerden biri Kur’an’da "Yeryüzünün başka birşekle gireceği gün." (İbrahim Suresi: 48) mealindeki sırla arzın yok olmayacağını, farklı bir arz şeklindetekrar yaratılacağını, farklı özelliklerde tekrar istihdam edileceğini müjdelemiş olmasıdır. Yani hiçlik, yokluk,adem yoktur. Bunun devamında yine Kur’an’ın bir işaretini keşfetmiş ve "Asıl hayata mazhar olan ise ahiretyurdudur." (Ankebut Suresi: 64) mealindeki ayetle bu müjdeyi daha da genişletip parlaklaştırmıştır. Taş, toprak,ağaç… her şey bu müjdeden nasibini almaktadır. Çünkü her şeyin hayata mazhar olduğu bir alemden ve gerçekhayattan bahsedilmektedir. Yani oradaki hayata nisbetle buranın en üst düzey hayatı bile yokluk, hiçlik gibi olan birhayat müjdelenmektedir. Kendileri cansız ve şuursuz olan zerreler ve onların içinde yer aldığı pek çok cansız ve şuursuzmahluk, dünyadan göç etmekle, zahiri helaketle gerçek varlığı bulmakta; hayat sahibi, canlı ve şuurlu bir halalmaktadır. Sanki, mülkten melekuta geçişle melekleşmektedir. En küçük zerrenin israf edilmeden, hiçliğe atılmadanve abesleşmeden ahiret aleminin hayattar binalarında istihdam edilmesi mutlak hikmetin gereğidir.

Kesret boyutu teşahhusatlar, katılıklar, benlikler ve nefislerde şekillenmiştir. Ancak, "Bütünnefisler ölümü tadacaktır." Kainatı ve her şeyi kuşatan büyük bir "kanun-u hikmet" nefislerin tattığıve tadacağı bu ölümün hiçlik, yokluk olmadığını daha mükemmel bir hayata mazhariyet olduğunu müjdelemektedir.Bir gün dünya da ve bir gün kainat da ölümü tadacaktır. Hakim-i Mutlak, her şeyi hikmetle yaratan Halık yıkılan,harap olan dünyanın zerreleri ve bu tezgahtan hasıl olan manaları dünyada bırakmayacak, yok etmeyecektir. Kainat Kitabı’nıyırtıp atmayacak, harflerini silmeyecektir. Belki, kitabın anlattığı öykü, gerçek hayata uyarlanacaktır.