Haricilik

Giriş

Müslümanlar, Peygamberimizin vefatından sonra, temel kaynaklara yorumlarken farklı yaklaşımlar ileri sürmüşlerdir.Bu farklı yaklaşımlar Müslümanlar arasında çeşitli ihtilaflara neden olmuştur. İşte bu yaklaşım farklarınınilklerinden birisi Haricilik’tir.

Kelime mânâsı itibariyle "çıkmak, itaatten ayrılmak" olan Haricilik, literatüre,"insanları dinden, haktan uzaklaştıranlar"; "Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarakcemaatten çıkanlar" şeklinde girmiştir.1 Kendileri ise "Havâric" kelimesini, Nisa Suresi’nin100. ayetine dayanarak "kafirlerin arasından çıkarak Allah’a ve Peygamberine hicret edenler"2 şeklindekullanmışlardır.

Doğuşu

İslam dünyasında bir dönem katı ve sert tutumlarıyla yankılar uyandıran Hariciliğin doğuşu genelolarak Sıffin Savaşı’nda "Hakem Meselesi"nin ortaya çıkışına bağlanmaktadır. Fakat Daha önceleri Hz.Osman ve Hz. Ali dönemlerinde ve Cemel Vak’asında -nisbeten az da olsa- bir zümreleşme faaliyetinin başlamış olduğundansözetmek mümkündür.

Şam valisi Hz. Muaviye, halifeliğini ilan etmiş, Hz. Ali’nin halifeliğini tanımamış, böylece Müslümanlariki halife ile idare edilir duruma gelmişti. Bu durum Hz. Ali ile Hz. Muaviye’yi H. 38 yılında Sıffin’de karşı karşıyagetirdi. Sıffin Muharebesi esnasında Hz. Muaviye Allah’ın kitabının hakem olmasını istedi. Bunun üzerine Hz. Ali’ninaskerleri arasında ihtilaf patlak verdi. Bir kısmı hakemliği kabul etmek isterken, bir kısmı da bunun bir savaş hilesiolduğunu söyleyerek hakemi kabul etmek istemedi. Neticede Hz. Ali tahkimi kabul etti. Hz. Ali, temsilci olarak Ebu Musael-Eşarî’yi; Hz. Muaviye ise, Amr bin el-As’ı seçti. Hz. Ali’nin askerleri arasında bulunan Temîm kabilesinden bir grup"Hüküm Allah’ındır!" diyerek hakem olayına itiraz ettiler.

Bunlar Hz. Ali’nin tahkimi kabulünden dolayı hata işlediğini, küfre girtiğini, dolayısıyla da bunuikrar etmesini Hz. Ali’den istediler. Eğer bu şartı kabul ederse kendisine döneceklerini ve birlikte Hz. Muaviye’ye karşısavaşa devam edeceklerini bildirdiler. Hz. Ali bu şartı ve isteği kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Ali’den ayrılan birgrup, Hariciler’in ilk çekirdeğini oluşturdu.3

Hariciler’in ilk ciddi zümreleşmeleri Harura’da oluştu. Kendilerine Şeb’es b. Rib’î et-Temimî’yi askerikumandan, Abdullah b. Kevva el-Yeşkûri’yi de namaz kıldırmak üzere imam seçtiler. Artık İslamî hususların şûraile icra edileceğini, biatın Allah’a olduğunu, iyiliğin emredilip, kötülüğün yasaklanacağını ilan ettiler. Bu görüşlerinisert tedbirlerle uygulama yoluna gittiler. Ayrıca muhalif olanlara karşı da mücadele etmeyi amaç edindiler.4

İşte bu sert tutumlarından dolayı, Hz. Ali Hariciler’in yaptığının yanlış olduğunu söyleyerekonları ikna etmeye çalıştı; ancak iki bin kadar Harici’nin gruptan ayrılmaları dışında bu görüşmeden pek birsonuç alınamadı. Bundan sonra Hariciler Abdullah b. Vehb er-Râsibi’yi kendilerine emir seçtiler. Hz. Ali bir defa dahamektup yazarak Hariciler’in yaptıklarının meşru olmadığını, Kitap ve Sünnetle amel etmediklerini belirttikten sonrakendisine itaat etmelerini istedi. Hariciler yine teklifi kabul etmedi. Hatta, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi tekfir etmeyenin kâfirolduğunu ve bu sebeple onların öldürülmesi gerektiğini ilan ettiler. Bu gergin ortamda Hz. Ali, Nehrevan’daHariciler’le görüştü. Şehit edilen Müslümanların katillerinin teslim edilmesini istedi. Bunu kabul etmeyen Hariciler,savaş başlattılar. Bu savaşta Hariciler’in büyük bir kısmı hayatını kaybetti.5

Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi Mektubat isimli eserinde şu şekilde değerlendirmiştir: "Hz. Ali(r.a) Vahhabilerin ecdadından ve ekserisi Necid sekenesinden olan Hariciler’e kılınç çekilmesi ve Nehrevan’da onlarınhafızlarını öldürmesi onlarda derinden derine hem din namına Şialığın aksine olarak Hz. Ali (r.a)’ın faziletlerinekarşı bir küsmek, bir adâvet tevellüd etmiştir. Hz. Ali (r.a) Şah-ı velâyet ünvanını kazandığı ve turûk-uevliya’nın ekseri mutlakı ona rücû etmesi cihetinden Hariciler’de ve şimdi ise Hariciler’in bayraktarı olan Vahhâbiler’deEhl-i Velayet’e karşı bir inkar, bir tezyif damarı yerleşmiştir."6

Bu savaşlar siyasî bir zafer olarak addedilse de Hariciler’in gelecek müntesipleri içinde bir intikamhissi doğurmuştur. Nitekim, sonraki dönemlerde Hz. Ali, bir Harici olan, Abdullah b. Mulcem tarafından şehit edilmiştir.

Hz. Ali döneminde çok ateşli olan Harici topluluğu, Emeviler ve Abbasiler döneminde alınan serttedbirler sonucunda pek fazla bir hareketlilik gösterememiştir. Artık bu dönemden sonra fikirlerini mutedile çekenler dışında,diğer Harici fırkaları varlıklarını sürdürememiştir.

Görüşleri

Hariciler’in fikirlerine geçmeden önce, fikirlerin altyapısını teşkil eden o dönem İslam toplumununsosyal ve siyasi yapısı hakkında özet bilgi vermek doğru olacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde ashab Kur’an’daanlamadıkları hususları Peygamberimize sorar ve ondan cevabını alırlardı. Peygamber Efendimizin (sav) vefatıyla İslamtoplumunda bir takım sorunlar ortaya çıktı. Hilafet meselesiyle ilk sorunlar baş göstermiş, daha sonra yeni fetihler,yeni sorunları beraberinde getirmiştir. Bunun yanında, Arap toplumundaki bedevî zihniyet ve kabile asabiyeti de Kur’an veSünnetin anlaşılması noktasında apayrı sorunlar olmuşlardır. Sonraki dönemlerde üçüncü halife Hz. Osman’ın fecişekilde katledilmesi, katledenler hakkında hükmün ne olacağı, bunun yanında Hz. Ali, Talha ve Zübeyr arasında geçenCem’el vakası, Sıffîn Savaşı ve bunda ölen ve öldürülenlerin hükmü yine önemli sorunlardandır. Bu sorunlarlabirlikte Kelâm’ın doğuşu ve bir takım kelamî meseleler de İslam toplumunda tartışılır olmuştur.7

İşte böyle bir ortamda İslam toplumunda çeşitli fikrî cereyanlar oluşmaya başlamıştır. Bu gelişmelerinsonucunda bir uçta Şia, diğer uçta Haricilik gibi fikrî birtakım gruplar oluşmuştur.

Böyle bir ortamda ortaya çıkan Hariciler’in görüşleri iki ana merkezde toplanır. Bunlardan birincisiKur’an’ın zahirine göre hüküm verme, diğeri ise hilafet meselesidir.

"Hüküm Allah’ındır"

Hariciler; ısrarla İslam ümmetinin Kur’an’a dayandırılması hususunu savunurken, Kur’an-ı Kerim, hiçbirtefsire ihtiyaç duyulmaksızın lafzî hüviyetiyle itikadî ve amelî konularda yegane nizamdır demişlerdir.8Bu görüşleriyle birlikte, "Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin tâ kendisidir." (Mâide;44) ayetine dayanmışlardır. Bundan da "Hüküm Allah’ındır (La hükme illa lillah)" ifadesini sloganvari ve çokkatı bir şekilde kullanmışlardır. Nitekim Hz. Ali bu ifade için, "Hak söz, fakat bununla batıl muradediyorlar." demiştir.9 Nitekim Bediüzzaman aynı ayet-i kerimeyi yorumladığı eserinde buradaki "hükmetmek"tenkastın, "tasdik etmek" olduğunu ifade etmiştir. (Münazarat, s. 124)

Hariciler, bahsettiğimiz ayete istinaden iman-amel meselesinde de yanlış hüküm vermişlerdir. Onlara göreameller yani namaz, oruç, doğruluk, adalet gibi dinî emirler imandan bir cüz’dür, ondan ayrılmazlar. İman sadeceitikattan ibaret değildir. İman kalple tasdik, dil ile ikrar olmakla birlikte günahlardan kaçınmak da imandandır. Bunagöre her büyük günah işleyen de kâfir olmaktadır.10 Harici anlayışına göre; bir kimse Allah’ın birliğinive Hz. Muhammed’in Resul olduğuna inansa fakat farzlardan birini işlemese, büyük günaha girmiş olur. Allah’ın yasak kıldığışeyi helal saydığından kendilerinden başkasının kâfir olduğunu ileri sürerler. Hatta daha da ileri giderek onlara,hanımlarına ve çocuklarına hayat hakkı tanımamaktadırlar. İşte bu noktada Hariciler dindeki günah-küfür ayrımınıyapamamış ve İslamiyet’in ferdî sorumluluğunu kavrayamamışlardır.11

Hilafet Meselesi

Hariciler’in ikinci ana görüşü ise; adalet ilkesiyle Allah’ın hükmünün gerçekleştirilmesindenbirinci derecede sorumlu makam olması açısından halifelik müessesesiyle ilgilidir. Hariciler, halifeliğin adil, alim vezabit olması şartıyla her Müslüman’ın hakkı olduğunu savunmakta, diğer mezheplerin ileri sürdükleri gibi Kureyşî,Haşimî olması gibi bir şart aramamaktadırlar. Halife Müslümanlar arasında yapılan hür seçimle işbaşına gelir.Bu görüşleriyle hürriyetçi demokrasinin ve gelişen olaylara göre süratli değişmenin temsilcileri olarak görülmektedirler.

Hariciler, Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in hilafetlerinin tamamını Hz. Osman’ın ilk altı yılını ve Hz.Ali’nin tahkime kadarki halifeliğini meşru sayıp, Hz. Osman’ın ikinci altı yıllık halifeliğini de adaletsizlik olarakdeğerlendirip meşru görmemektedirler. Bu meyanda devlet kurumuna karşı bedevî bir zihniyetin tepkisini ve bir tür anarşizmidile getirmişlerdir. Bu bedevî zihniyetin sonucunda; gruplarını bir kabile telakki edip onun dışında herkesi düşmangörmüşlerdir.

Hariciler’e göre devletin en önemli vasfı adalettir. Bundan dolayı imamın ilk işi de iyiliği emredip kötülüktennehyetmek olmalıdır. Aslında her mü’minin vazifesi budur. Fakat Hariciler çok sert, dar görüşlü ve bedevî anlayışlarındandolayı bu meselede aşırıya gitmişlerdir.12

Harici Fıkraları

Hariciler, biraz önce zikrettiğimiz iki ana mesele dışında pek fazla konuda ittifak sağlayamamışlardır.Bundan dolayı gruplar içinde, çeşitli fırkalara ayrılmışlardır. Bu fırkalardan biri hariç, diğerleri tam birsistem ortaya koyamamışlardır. Zaten çok katı tutumlarından ve tam bir sistem ortaya koyamamalarından dolayı uzun müddethayatiyetini sürdürememiştir. Ancak İbaziyye, aşırı mutaassıp fikirlerini mutedil hale getirerek günümüze kadar yaşayabilmiştir.Bunlardan kayda değer birkaç tanesini zikredelim.

1. Muhakkime-i Ûla: İlk Haricî fırkasıdır. Sıffîn savaşı sonunda Harura’da toplanan ve başlarındaAbdullah b. Vehb er-Râsibî bulunan fırkadır. Hilafetin Kureyş’e aidiyetini reddederek Hz. Ali’yi önce hatalı bulmuş,sonra tekfir etmiş ve Osman b. Affan ve Cemel Vakasına katılanlara da dil uzatmışlardır.

2. Ezârika: Nâfi b. Ezrak’a nisbet edilen fırka; Hz. Ali, Osman b. Affan, Talha ve Hz. Âişe ileCemel Vakasına katılanların kâfir ve ebedi cehennemlik olduğunu ileri sürmektedir. Kendilerinden başka bütün Müslümanlarıtekfir etmişlerdir. Onlara göre Ezârika’dan başkalarının, çocuklarının ve hanımlarının öldürülmesi helaldir.

3. Sufriyye: Ziyad b. Asfar’a nisbet edilen, günah işleyenleri müşrik kabul etmekle birliktemuhaliflerinin kadın ve çocuklarını öldürmeyi caiz görmeyen bir fırkadır.

4. İbaziyye: Abdullah b. İbaz’a nisbet edilen fırka, büyük günahları işleyenleri kâfir sayar.Bunun yanında muhalif Müslüman grupların yaşadığı toprakları İslam ülkesi kabul ederek onlarla evlenmeyi meşru görür.İbaziyye, Hariciliğin en ılımlılarından olup, günümüze kadar gelen tek koludur.13

Bunlar dışında; Necedât, Acâride, Seâlibe, Beyhesiyye gibi Harici fırkaları da vardır. Ancak bunlaruzun süre hayatiyetini sürdürememiştir.

Hariciler’de Kültür ve Edebiyat

İlk dönem İslam toplumunda farklı bir cereyan olan Hariciliğin görüşleri o dönemde çok rağbet görmüştür.Bunun nedenleri; onların düşünce sistemindeki radikallik ve hamasiliktir. Bundan dolayı problemli yerlerde ve sıkıntılıdönemlerde insanları cezbeden bir nitelik kazanmıştır. Bunun yanında Hariciler’in kişisel meziyetleri, hitabetkabiliyetleri ve seviyeli şekilde görüşlerini yansıtmaları bu fırkanın rağbet görmesinin nedenleri arasında sayılabilir.14

Hariciler bütün insanları eşit kabul edip, yeryüzünde Allah’ın hakimiyetini kurmayı esas hedef kabulederlerdi. Onlar kendi sosyal, siyasî hayatlarını, ahlakî düzenlerini Kur’an’ın zâhirî anlam ve öğretisine kusursuzbiçimde uydurmak ve zorunlu ihtiyaçları karşılamak şeklinde bir zühd hayatı yaşamak istiyorlardı. Bundan dolayısanat, musikî gibi bediî zevkler, hayatlarındaki herhangi bir lüks, imanın saflığı ve sadeliği ilkesine zıt olacağıdüşüncesiyle kötülenmişti. Hatta hareket ve sözdeki herhangi bir takva eksikliği toplumdan çıkarılmaya sebepolarak görülmekte, daha ciddi durumlarda ise suçlu mürted kabul edilmekte, eşi ve çocuklarına da hayat hakkı tanınmamaktaydı.Onlar bu noktada büyük çelişkiye düşmektedirler. Çünkü en fazla önem verdikleri adalet ilkesine muhalif olarak,cezanın ferdîliği ilkesini gözardı edip, cezayı aile fertlerine de teşmil ederek zalim konumuna düşüyorlardı.

Haricilerin dinî konularda yanılgıya düşmelerindeki en önemli etken, onların dinde aşırı mutaassıpolmalarıdır. Aslında taassuplarının kaynağı olarak bedevîlik, yaşadıkları yalın hayat, kültür kıtlığı venasların zahirine göre hüküm verme gibi sebeplerle gösterilebilir.

Haricilerin ahlakî davranışların ana temeli, takva ve şecaattir. En önemli özellikleri ibadetleredevam, dünyadan uzaklaşma ve sürekli Kur’an okumalarıdır. Hatta ibadette o kadar ileri gitmişler ki, alınlarının çokçasecde etmekten dolayı zedelenmiş, secde esnasında yere temas eden diz ve dirseklerinin nasır tutmuş olduğu görülmüştür.15

Harici edebiyatında şiir, hutbe ve mektuplardaki fesahat ve belagat göze çarpan hususlardır. Onlar güzelkonuşma ve ikna kabiliyetlerinin yanı sıra keskin zekaları, hazır cevap ve atılgan olmalarıyla da şöhret bulmuşlardır.

Harici edebiyatının konusu genel ve özel olmak üzere iki gruba ayrılır. Diğer Müslümanların ittifakhalinde bulundukları iman, takva, cihad konularıyla zulmün ortadan kaldırılması, Müslümanın sosyal davranış vetercihlerinde hata ve kusurlardan uzaklaşması gibi umumî hususlardır. Bu edebiyatta önemle vurgulanan nokta, yegane doğrununkendi dinî siyasetleri ve mezhepleri olduğu inancı, bunun hasımlarına karşı savunulması ve diğer insanları kendi düşüncelerinecelbetme gayretidir. İhtilale teşvik, hasımlarını susturma, onları küfür ve dinsizlikle itham etme önemlitemalardandır.

Kullandıkları ifadelerden anlaşıldığına göre, ölümü gaye edinme gibi bir görüşleri vardır.Zaten mücadele esnasında her türlü sıkıntıya katlanma özellikleri, ölümü başarıya ulaşmak için en uygun yololarak benimsediklerini gösterir.16

Sonuç

Baştan beri izah edildiği gibi; katı ve sert tutumlarıyla tanınan Hariciler, hayatiyetini ancakfikirlerini mutedil şekle getirerek sürdürmüşlerdir. İlk başta dinî konularda hüküm verirken ayetlerin zahirine görehüküm verirlerdi ve kendilerinin tek doğru olduğunu söyler, kendileri dışındakilere hayat hakkı tanımazlardı. Dahasonraki dönemlerde ancak fikirlerinde itidali tercih edenler günümüze kadar gelebilmişlerdir. Şu anda Umman, Zengibar,Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşayan kendileri dışındakileri tekfir etmeyen, amaçlarına ulaşmak için de siyasîcinayetler işlemeyen İbaziyye mezhebine mensup Hariciler vardır.

Hariciler’in aşırı görüşlerinden dolayı bir kısım âlimler onların küfre girdiklerini söyleselerde fikirlerini tarafsız olarak ileri süren alimlere göre Hariciler dalalette kalmış, fakat küfre girmemişlerdir. Hz.Ali kendisinden sonra Hariciler’le savaşmamalarını, zira hakkı arayıp bulmak isterken ona ulaşamayanların, batılıarayıp buna ulaşanlar gibi olmadığını söylemiştir.

Nitekim Bediüzzaman Hazretleri mezhepleri değerlendirirken; "Meslekler, mezhepler ne kadar bâtıl daolsalar, içinde ukde-i hayatiyesi hükmünde bir hak, bir hakikat bulunur. Eğer âsârına ve neticelerine hükmeden hak vehakikat ise ve menfî cihetleri müspet cihetlerine mağlub ise, o meslek haktır. Eğer içindeki hak ve hakikat, neticelerehükmedemiyor ve menfî ciheti müsbet cihetine galebe ediyorsa, o meslek bâtıldır. Onun ehli, ehl-i bid’a ve dalâletolur."17 Yine bir başka yerde Üstad Bediüzzaman, Haricilerin yüzyıllar sonraki halefleri olan Vâhhabiler’ideğerlendirirken "Vâhhabiler’in seyyiât ve tahribâtlarıyla beraber, medâr-ı şükran bir cihetleri var ki, o çokmühimdir. Belki onların tahripkârane olan seyyiâtlarına mukabil o cihettir ki, onları şimdilik muvaffak ediyor. Ocihet şudur ki: Namaza çok dikkat ediyorlar, şeriatın ahkâmına tatbîk-i harekete çalışıyorlar. Başkaları gibilakaydlık etmiyorlar. Güya dinin taassubu namına tecavüz ediyorlar. Başkaları gibi dinin ehemmiyetsizliğine binaen şeâir-idiniyeyi tahrip etmiyorlar. Hem Vâhhabilik az bir fırkadır. Koca âlem-i İslamın havz-ı kebîri içinde ya erir, yaitidâle gelir. Çünkü menbâı hariçte değil ki âlem-i İslam-ı bulandırsın. Menbâı hariçte olsaydı, çok düşündürecekti."18

Sonuç olarak; Haricilik fırkası taassuplarının bir neticesi olarak bâtıl yola gitmişlerdir. Amadikkat edilmesi gereken bir nokta var ki, o da Hariciliğin hakkı ararken bâtıla sapmasıdır. Bundan dolayıdır ki,Hariciler küfre girmemişler, belki dalâlette kalmış bir fırka olarak nitelendirilebilir.