Adalet

Adalet mülkün temelidir." Hazret-i Ömer’in fıtratını ve idareci özelliğini en güzel şekildeifade eden bu söz hem mülk, hem melekût alemini şekillendiren temel bir kanunu ifade eder. Özellikle mülk alemindetezahürleri gözlenen bu kanun, zahiri ve farazî benliklerin, "teşahhus" sırrından kaynaklanan özel alanlarınbir uzantısı olmalıdır. Şuur sahiplerinde "benlik", "ene", varlıkların genelinde ise"tabiat" yani bir varlığın kendine mahsusmuş gibi sergilediği özellikler her unsura, canlı cansız her varlığaait farazî sahaları gündeme getirmektedir. Bunun şuur sahibi varlıklarda sosyal uzantısı mülk edinme, psikolojikboyutu ise sahiplik duygusu şeklinde ortaya çıkar. Farklı uzantıları diğer varlıklarda da farklı mertebelerde gözlenir.Dağların, denizlerin, ağaçların, binlerce tür bitki ve hayvanın "kendilerine ait" şeklinde ifadeedilebilecek alanları vardır. Sanki tabiatın veya varlıkların benliği ve bu şuursuz alt düzey benlikle ortaya çıkanbir şahsiyet kazanma yani "teşahhus" gerçeği izlenir. Bu teşahhusun devamında ise kendileri de alt düzey birteşahhusa sahip olmakla birlikte şeffafiyet sırrı ile bunu öne çıkarmayan, yani varlıklar için benliğini eritenzerrelerin bir yerden diğerine, bir halden diğer hale geçişlerinde paylaşılmaları gündeme gelir. İnsanlar arasındakisosyal ilişkilerde alış-veriş, mülkiyet, iktisadî kurallarla şekillendirilen paylaşım aslında bütün mahlukat içindede cereyan eden bir fiildir. Dıştan görülen sabitliklerde nisbî ve farazîdir, çünkü en sabit taş bile içindebulunduğu dünyanın ve galaksinin hareketlerinin aynını uzay boşluğu içinde yapmaktadır. Bunun yanında bütünzerreler, elementler, mikroorganizmalar bir yerden diğerine sürekli hareket halindedirler. Topraktaki mineraller, gökyüzündekibulutlar, güneşten gelen ışık, bütün canlı bedenlerin hücreleri sürekli yenilenir. Bitki örtüsü, tarlanınmahsulâtı, gökyüzünün yıldızları da hep yenilenir. Bütün bu değişimler, başkalaşımlar, yenilenmeler içindevarlıkların genelinde adil bir paylaşım gözlenir. Adaleti sağlayan büyük bir otoritenin varlığını hissettirenmuhteşem bir düzen, hassas bir denge ve her şeyde bir ölçü gözlenir. Tecavüz, haksızlık, sınırları taşmak, hakkındanfazlasına göz dikmek şeklinde algılanabilecek hiçbir işleyiş yoktur. Göz kaşın sahasına tecavüz etmez, diş dudağınişleyişine mani olmaz. Aynı kültür ortamına gelen iki bakteri türü bir sınırda buluşuncaya kadar ürer ve o sınıragelince dururlar. Tecavüz, fıtrî kanunların çizdiği sınırları aşmak yoktur. Cüz’i iradenin karışması ile zamanzaman aksamalar yaşanmakla birlikte sosyal olgularda da benzer bir işleyiş vardır. Her bir ferdin ruhuna yerleştirilmişvicdan, sorumluluk duygusu, ahlâk kuralları şeklinde ifade edilen kurallara uymanın erdem kabul edilmesi ve en önemlisiilahî dinlerin kişilerin davranışları üzerindeki etkileri, adaletin sosyal boyutunu oluşturur. Bütün bu özellikler,insan toplumları içinde hukuk denen kavramın ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor olmalıdır. Benliği ve meyilleri iletecavüze, hakkı olmayana yeltenen ve imtihan gereği fıtrî kanunlarla "dur!" denmeyen şuur sahiplerine, fıtrîşeriatın sosyal kanunları ve kelâmî şeriat ile "dur!" denilmektedir. Aslında cüz’i iradenin ürünü olantercihler ve meyiller de tamamen serbest, başıboş ve kontrolsüz olmamalıdır. Milyarlarca insanın bulunduğu bir dünyada,milyarlarca farklı iradenin, farklı meyilleri ortaya çıktığı ve bunların da iklim, ruh hali, genler, çevre faktörlerigibi sayısız unsur tarafından etkilendiği düşünülürse; bütün bunlara varlıkların yukarıda bahsettiğimizhareketliliği de eklenirse; ve fiziğin yeni verileri ile zamanın en küçük dilimlerinde tüm tablonun yok olup, tekraraynıyla yaratıldığı nazara alınırsa, kainat her an dağılma, parçalanma ve tecavüzlere gebedir. Sabit, kararlı değildir;bu şekilde tutulmaktadır. Bu şekilde tutulmasının tek yolu vardır; o da en küçükten en büyüğe ve her anolabilecek bir kontrol yani kader. Cüz’i irade ise imtihanın önemli unsuru, sorumluluğun kaynağı ve eşyanın gidişatınıetkileme zannıdır. İmtihan için verilmiştir ve zan düzeyinde farazî bir varlıktır. Bütün varlıklarındengelerinde, sınırlarını aşmamalarında, birbirlerinin farazî sahalarına tecavüz etmemelerinde, tecavüz halindeki fıtrîtokatlarda, meyillerle dolu milyarlarca insanın bir arada yaşayabilmelerinde hep kaderin hükmü ve kudretin yaptırımı gözlenir.Zahiri sebeplerde, görünen işleyişlerde, zaman ve mekânda sınırlı alanlarda zulüm, haksızlık ve çirkinlik gibi gözükenhaller olsa da "neticeler ve meyveler" hep güzeldir, bütün hep güzeldir. Haksız yere hırsızlıkla suçlanıphapse atılan bir şahıs bilmektedir ki, kaderin hükmü adildir, daha önce işlediği ve kimsenin bilmediği cinayetincezası kesilmiştir. İnsanlarımız fark ettikleri bu gerçeği; "Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste"vecizesiyle ifade etmiştir. Daha güzel bir ifadesi ise; "Kader hakiki illetlere bakar, adalet eder." şeklindeKader Risalesi’ndedir.

"Adalet mülkün temelidir." sözünde mülk genellikle devlet olarak anlaşılır. Bu yukarıdagenişliğini gözler önüne sermeye çalıştığımız mülk alemi içinde yer alan unsurlardan yalnızca biridir. Amaadalet, mülk aleminin hepsinin temel kanunudur.

Bu dünyadaki işleyişlerin, mülk aleminde gelmiş geçmiş en küçük hareketin doğurduğu bir mana,manevî bir meyve vardır. Cinler ve insanların amelleri ile dokudukları, fiilleriyle yazdıkları sayfalar, ahirete manaolarak ulaşıyor. Ruh ve cesetlerinin ortak mahsulatı "ahiret pazarı"na gönderiliyor. Bütün bu manaların oluşumunaarkadaşlık eden, "nur-u hayata çok defa hizmet" edip "hayata mazhar" olduktan sonra "ötekialemin binasında" onları tekrar kullanıp vazife vermek, adalet ve hikmet gereğidir. Bu durum ise, mülk ve melekûtboyutları arasında işleyen muhteşem bir adaletin-muazzam bir "kanun-u adl"in ipuçlarını alemimize taşır. Böylebir adaletin hakim olduğu alemde yaşadığımızın farkında olma şuurunu bize veren Adil-i Mutlak, her tür şükre vekulluğa lâyıktır.