Kamusal Alanda Ahlak Ve Değişim
Katılımcılar
Abdussamet DEMİR
Ahmet NAZLI
Dr. Alev ERKİLET
Doç. Dr. Ahmet BATTAL
Yrd. Doç. Dr. Ensar NİŞANCI
Murat ÇİFTKAYA
Ömer Faruk UYSAL
Vedat DEMİR
Sonuç
Kamusal alanda ahlakın ve değişimin anlaşılabilmesi için öncelikle ahlakın kaynağı ve çerçevesi hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Birinci masanın tebliği ile bu konu yeterince açıklığa kavuşturulmuş olduğundan yeniden bu konuya girmeye ihtiyaç duymuyoruz. Bu nedenle aşağıda önce kamusal alan kavramını ve ardından da ahlakın bu kavram açısından anlamını ve kapsamını inceleyeceğiz.
Kamusal alandaki kamu, sözlük anlamı itibariyle, amme veya umum ya da “Biz kimseye kin tutmazuz, kamu âlem birdir bize” diyen Yunus Emre’nin dilindeki anlamıyla “cümle alem-herkes” olarak anlaşılabilir. Diğer deyişle insanın başkaları ile ilişki içinde olduğu her durum esasen kamusal bir durumdur ve bu türden ilişkilerin yaşandığı her mekan kamusal alandır.
Buna göre “biz”e yani “cümle aleme” ait ortak alan kamusal alandır. Kamusal alan sosyolojik bir kavramdır ve bu anlamda kamu devlet değildir, kamusal alan da devlete ait alan değildir. Devletin kamusal alandaki görevi özgürlükleri korumak ve kamu düzenini sağlamaktır. Bu nedenle, kamusal alan kavramını bahane ederek temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak haklı ve meşru değildir. Kamusal alan-özel alan ayrımının derinleştirilmesi ve otoriter bir zihniyete araç edilmesi, sadece toplumsal barışı zedelemekle kalmaz, bugün Türkiye’de en fazla şikayet edilen gayrıahlaki tutum ve davranışların da sergilenmesine sebep olur. Üstelik devlet adına ve kamu düzenini sağlamak gerekçesiyle bu yapılırken toplumsal barış bozulmakta ve sonuçta kamu düzeni yıkılmaktadır.
Yine bu nedenle aşağıda kamusal alan kavramı bir kamu (devlet) otoritesi alanı anlamında veya hukuki bir kavram olarak değil, ortak alan anlamında kullanılacaktır.
Ahlakın bazı temel özellikleri vardır:
Dinin mükemmeli İslam’dır ve ahlakın kemali de İnsan-ı Kamil olan Hz. Muhammed’de (asm) somutlaşır.
Bu durumda ahlakın kaynağı vahiy ve vicdan, yani fıtrattır. Dolayısıyla vicdansızca denilebilecek her davranış aynı zamanda ahlaksızcadır.
Bu açıdan bakıldığında insanın kainata karşı saygısızlığı ile insanlara karşı saygısızlığı arasında fark yoktur. Gerçekten eşyanın yaratılış amacını yok saymak veya inkar etmek de bir ahlaksızlıktır. Mesela, ibadet etmek Allah’a olan teşekkürü yerine getirmektir. Bu hak Allah’ın hakkıdır, Hukukullahtır. Ancak bu hakkın ihlalinin dünyada bir müeyyidesi her zaman tezahür edemeyebileceğinden bu davranış bir din-inanış meselesi olarak görülür.
Buna karşılık başkalarının veya toplumun hakkını ketmetmek, dünyevi müeyyidesi de olduğundan ahlaksızlık ve haksızlık olarak görülür. Bir kişi başkalarına ahlaksızlık yaparsa karşılığını hem Allah’tan hem de toplumdan alacaktır. Bu tür ahlak ise hukuku’l-ibaddır.
Karıncanın hukukuna karşı ahlaksızlık kainatın ve çevrenin düzenini bozar ve kainatı tahkir eder. Ancak kamusal alanı ilgilendirmediği varsayıldığından bu ahlaksızlığa önem verilmez. Oysa asıl çevrecilik ve asıl varlık bilinci bu ahlak normunu da algılamayı gerektirir.
İnsanın hukukuna karşı ahlaksızlık ise hem insanlar arası düzene ve hem de kainatın düzenine aykırıdır. Diğer ifadeyle kamu düzeni de esasen kainatın düzeninin bir parçasıdır. Bu tür ahlaksızlık ise kamusal alanın düzenine (kamu düzenine) aykırı olmakla kalmaz, kainatın düzenini de tahrip eder.
Saldırgan diye nitelendirilebilecek gayrıahlaki davranışlar konusunda ise hem yetkili merciler hem de toplumun duyarlı ve önleyici, fakat şiddet içermeyen tepkisiyle engellenmesi gerekir. Nitekim her hukuk düzeni bu tür mütecaviz hareketleri az ya da çok bir müeyyideye bağlamıştır.
Ahlakın ölçüsü esasen vicdan ve vahiyle belirlidir ve evrenseldir. Ancak bir dönemde bir toplumda ahlaksızlık artınca bu değişiklik ahlakın ölçüsünün değiştiği biçiminde yorumlanmaktadır.
Bir toplumda, ideal ahlak ile reel ahlak ölçüleri arasındaki fark arttıkça toplumda çöküş de artıyor demektir. Postmodernizmin ahlak anlayışı olarak nitelendirilebilecek “izafi ahlak” kavramı olsa olsa ahlaki bozulmanın bir kılıfı olabilir. Müslüman toplumlarda değişken, belirsiz veya rölatif değil, esasen değişmez ama farklı çağ ve coğrafyalarda farklı tezahürler gösterebilecek ahlaki temellere ve normlara ihtiyacımız vardır. O halde toplum bu noktaya gelmeden tedbir alınmalı ve olumlu yönde bir değişim sağlanmalıdır.
En önemli husus ümitli olmaktır. Ahlaksızlığın arttığı doğru olabilir. Ancak bu, artık kötü gidişin engellenemeyeceği ve kıyametin vaktinin geldiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Nitekim Sodom ve Gomore’den sonra da hayat devam etti.
Ahlaksızlık bir sonuçtur, iman zayıflığının sonucudur. Hele hele bir Müslüman, dinini terk ederse, ruhunda kemalata medar olacak herhangi bir seciye kalmaz. Bu nedenle toplum, kendi iç dinamikleri yardımıyla imanı takviye etmelidir.
Toplumda iyiler örnek olmayı sürdürmeli ve yaygınlaştırmalıdır. Zira ahlak esasen amel-i salihtir. Nefis terbiyesini, cebir ve tahakküm ile devlet değil, Kur’an eczanesinden ilaçlarla ders vererek ve iyi örnek olarak, daha önemlisi lütuf ile ıslah ederek, örnek insanlar yapabilir ve yapmalıdır. Örnek insanların kendi aralarında kuracakları (gevşek ya da sıkı yapıda) her tür organizasyonları teşvik edilmelidir.
Ahlaklı insanlar da en az ahlaksızlar kadar cesur olmalıdır. Devlete düşen de ahlaklı insanların iyi örnek olmalarını sağlayacak bir hürriyet ortamını tesis etmektir.
Devlet dindarlara doğrudan ahlaksızca davranma zorunluluğu dayatmamakla birlikte dindarların özgürlüklerini ketmederek güzel ahlakın örneği olabilmelerine imkan tanımamaktadır. Bu nedenle kamu özgürlükleri geliştirilmelidir.
Bu kapsamda Batının ahlaksızlığının dünyaya yayılmasını engelleyebilmek için esasen İslam’ın öz malı olan gerçek hürriyeti tesis etmek gereklidir. Gerçek hürriyet imanlı hürriyettir. Allah’ı tanımayan ve ona kul olmayı başaramayan, hiçbir maddi bağla bağlanmaz ve sosyal hayat için potansiyel bir tehlike olur.
Okullarda ve hapishanelerde vahye istinad eden iman ve ahlak dersi verilmelidir. Ve günümüz itibariyle bu dersi en iyi veren Risale-i Nur öğretisidir. Karıncanın hukuku da insanın hukuku da ancak bu türden ahlak dersleri ile teminat altına alınabilir. Aksi halde (sadece ceza müeyyidesi ile yetinildikçe) ahlaki seciyelerle donanmış insanların çoğunlukta olduğu bir toplum yapısı kurulamaz.
Özellikle reklamlarda kadın istismarı engellenmeli, kadın hakları adı altında ahlaksızlığın özendirilmesine karşı durulmalıdır.
Şeairin (dinî toplumsal motiflerin) ahlaki gelişmeye olumlu katkısı nedeniyle, şeairin ihyasından taviz verilmemelidir.
Devlet (kamu) hizmetine talip olanların da ahlaki sınırlar içinde kalmalarını sağlayacak bir sosyal ve hukuki zemin kurulmalıdır. Aksi halde ahlakilik kaygısı olmayan memurlar, bir taraftan ceberrut nemrutçuklar olmakta, diğer taraftan memuriyeti dilencilik ya da çingenelik olarak yapmaktadırlar.
Medya ahlakı da en az diğer mesleklerdeki meslek ahlakı kadar hatta temel hak ve özgürlüklerle ilgili olduğu için daha fazla önemlidir.
Meslek ahlakını belirleyen “etik kodlar”, toplumun dini değer yargılarıyla ilişkilendirilmelidir.
Ahlaki davranıyor olmak, aynı zamanda, ahlakilik yönünden başkalarını değil, kendisini denetlemek demektir. Kusur araştırmak ve yaymak gerekli değildir.
Özellikle yirmi birinci yüzyılın bir özelliği olan; sosyal hayata ilişkin kavram kargaşası, sübjektif değer yargılarının çokluğu, çoğulculuk, belirsizlik, dünyevileşme, hazcılık ve özgürlük, ahlak konusunda yeni yaklaşımları belirlemeyi gerektirmektir. Bunun için hazırlıklı olunmalı, bu türden çalışmalar yaygınlaştırılmalıdır. Tüm çalışmalarda özellikle ahlakın giderek daha izafi bir kavram haline gelmesi, ahlaksızlığa hoşgörünün yaygınlaşmış olması ve dünyanın küresel bir köy haline gelmiş olduğu hususları nazara alınmalıdır.
Bediüzzaman’ın sık sık vurguladığı gibi toplumsal barış ve mutluluk ancak, faziletli bir toplumla mümkündür. Faziletlerin ve ahlaki tutumun egemen kılınabilmesi modern çağda tekrar kutsal kaynaklara, yani vahiy ve sünnete dönüşle mümkündür.
Deklerasyon