III. Masa “Risale-i Nur’un varlık algısı, insan ve toplum”

“Risale-i Nur’un varlık algısı, insan ve toplum”

  1. Materyalist felsefenin zihinlerde yerleşmesiyle, aklın ön plana alınması ve vahiyden uzaklaşılması tecdid hareketine şiddetli bir ihtiyacı ortaya çıkarır. Fıtratı gereği hakikati arayan ve “kimsin, necisin, nereden gelip nereye gidiyorsun?” sorularını soran insana; kendini, kainatı ve toplumu okutan Risale-i Nur, tevhid ve haşir ekseninde bu kavramların hakiki tanımlarını yapmıştır. Tahkiki imanı kalplere yerleştirmek, Risale-i Nur’un tecdid hareketinin temelini oluşturur.
  2. Risale- i Nur’da esma-i hüsna odaklı bir varlık yaklaşımı esastır. Kendisini değil sahibini, ustasını, kâtibini anlatan mana-yı harfi bakışını merkeze alarak varlığa bir “ ayna “ olarak bakar ve istisnasız her varlıkta Allah’a açılan bir pencere sunar. Dengeyi esas alan ve “ eşyanın hakikati sabittir “ diyen sahabe , tabiin ve asfiyanın caddesini yeniden canlandırmaktadır.
  3. Varlığın başlangıcı sonsuz Cemal sahibinin kemal ve cemalini görmek ve göstermek istemesine dayanır. Her cemal ve kemal sahibi zatın kendi kemal ve cemalini görmek ve göstermek istemesi sırınca, Cenab-ı Hakk kainatı yaratmış, ona muhatap olarak insanı yaratmış, insana rehber olarak ise peygamber efendimizi yaratmış. “Sen olmasaydın habibim, kainatı yaratmazdım” hadis-i kutsisi sırrınca  kainat peygamber efendimiz, dolayısıyla insan için yaratılmıştır.
  4. Varlık algısı insanın, insan da toplumun özüdür. Özellikle 20.yyda insanın hakikatinden kopuk. Bir çok fikir akımının peşinden sürüklenen toplumlar açıkça şunu haykırmaktadır: İnsanlık her şeyden önce bir varoluşsal inşaya muhtaçtır yani kendini yeniden tanımlamaya.
  5. Varlığı sadece maddi boyutta algılayan materyalist yaklaşımın aksine, Risale-i Nur varlık kavramını maddeye hapsetmez, görünen alemin dışındaki alemlerden ve diğer varlıklardan bahseder. Beş duyu organıyla algılanabilen varlıklardan başka, akıl, kalb gibi başka hassalarla algılanabilen mevcudat da vardır.
  6. Varlık intiba’ı; ilim nispetinde doğru biçimde anlaşılıp inkişaf eder, bu şekilde hikmete hikmet vasıtasıyla vacibül vücudun mutlak ve muhit ve hudutsuz sıfatı ve mizanı olan varlığın hakikatine ulaşılır.
  7. Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit; birincisinde taassub, ikincisinde hile, şübhe tevellüd eder.
  8. Sağlıklı bir toplum ferdin keyfiyetine göre şekil alır. Zamanın ferdiyetçilik akımının aksine toplumdaki her bireye Ferd isminin tecellisi nazarıyla bakılarak menfi, yaratıcıdan uzak, enaniyeti besleyen ben merkezli toplum algısının önüne geçilebilir.
  9. Varlığın hakikatini anlayan insan, aslında küçük bir alem olan kendisini bilir. Kendini bilen bireyler sağlıklı bir toplumun temelini oluşturur.
  10. Yaşamak için bir gayeye ihtiyaç duyan insanın hakiki gayesi bu kainatta talim-i esmadır. Bu ise saadet-i dareynin anahtarıdır.