Saykal – Metin Karabaşoğlu


Sunuculuğunu Dr. Ahmet Said Bulut’un ve açış konuşmasını RNE Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ruhi Yavuz’un yaptığı seminerin konusu, Metin Karabaşoğlu ve Şener Boztaş tarafından yeni çıkarılan “Saykal” kitabıydı. Seminerde genel olarak Risale-i Nur’a yapılan itirazlara değinilerek Risale-i Nur’a husumetin kısa tarihi hakkında bilgiler verildi.

Bediüzzaman’dan yana endişemiz yok ki!

Karabaşoğlu, konuşmasına başlarken Saykal kitabının yazılış amacına da değindi. “Bir genç zihninde imana dair bir kısım şüpheler var iken Risale-i Nur gibi bir imkandan mahrum kalırsa, bu sebeple söylenen iftiralardan etkilenip elini Risale-i Nur’a uzatmaktan çekinirse bunun vebali var. Esasen bizi böyle bir çalışmaya ve gayrete sevk eden Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur hakkındaki bir endişemiz değil, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur ile yapmış olduğu iman hizmetinin bazı muhtaçlara ulaşamaması yönündeki bir takım kaygımızdı” dedi.

Bir saykal (cila) vurma gayreti içerisinde olduklarını kaydeden Karabaşoğlu “Bediüzzaman’ın satın alınamayacak bir insan olduğu görülüyor. Dolayısıyla 1922-23’ten itibaren birileri Bediüzzaman’ın üzerine bir mim koymuş durumda. Bu sebeple zaten Şeyh Said hadisesi ile hiçbir alakası olmadığı halde haksız ve hukuksuz bir şekilde memleketinden sürülüyor. Ondan sonraki hayatı Ankara’nın doğusuna geçmesine asla izin verilmeyerek şehirden şehre, hapishaneden hapishaneye sevk edilme şeklinde geçiyor” diye konuştu. Kastamonu sürgününden itibaren yeni bir taktiğin uygulamaya konulduğunu  vurgulayan Karabaşoğlu, yeni taktiğin ise dindarların Bediüzzaman’a husumet beslemelerini sağlama olduğunu belirtti.

İşte Karabaşoğlu’nun konuşmasından notlar şöyle:

Güya talebeleri, Bediüzzaman’ı peygamber gibi görüyormuş algısı oluşturmak için oradan buradan toplanan uydurma bilgilerle sanki tüm bozuk mezhepler Risale-i Nur’da birleşmiş gibi bir mezhepler tarihi hocası çıkıyor ve alçakça bir makaleye imza atıyor. Bu kadar da düşmanca bir yazıya makale demek akademyaya iftira olur. Sonraki bütün söylemlerin bu makale üzerinden geliştiğini görüyoruz.

İspat edemezseniz alçaksınız!

Yakın zamanlarda kendisi gibiler dışındaki bütün müminlerin -haşa- uydurulmuş bir dinin mensupları olduğunu iddia edecek kadar pespayeleşen bir kişi, Bediüzzaman hakkında da bir iftirada bulunmuştu. Neymiş, “Nur talebeleri Risale-i Nur ile Kur’an’ı eşdeğer görüyor”muş. Kendisine ilim ahlakın varsa şerefin varsa ispat edersin, ispat edemiyorsan alçaksın dedik. Dememiz de gerekiyordu. Kaynak olarak gösterdikleri kitap ise ısmarlama olarak yazdırıldığı yazarı tarafından itiraf edilen uydurma bir kitaptı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları’ndan çıkan İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk.  Yazarı kim? Neda Armaner, kendisi bir din psikolojisi uzmanı ve İslamî ilimler üzerine bir uzmanlığından söz etmek mümkün değil.

Şerif Mardin: Said Nursi kitabını yazmak vicdani borcumdu

Şerif Mardin (Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin) bir söyleşisinde; “60’lı yılların başında Ankara İlahiyat’tan bir profesör bana geldi ‘böyle böyle aleyhte bir rapor hazırladım senin de imzan olsa daha etkili olur’ dedi. Ben de bilmediğim etmediğim halde imzaladım. Bundan dolayı vicdanen Bediüzzaman’a, Risale-i Nur’a ve Nur talebelerine karşı bir sorumluluğum var. Bediüzzaman Said Nursi Olayı kitabını yazmak benim vicdani bir borcumdu” diyerek kendisi ifade ediyor.

Diyanet adı altında çıkarılan korsan kitap

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun izni alınmadan Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları’ndan Nurculuk Hakkında diye Diyanet’in kitaplarına da benzemeyen bir kitap yayınlanıyor. Hikayesini zaten sonradan öğreniyoruz. Din İşleri Yüksek Kurulu’ndaki isimler böyle bir kitabın yayınlanamayacağı, kitaptaki ithamların uygun ve doğru olmadığı şeklinde bir tavır koyuyorlar. Başkanda ben böyle bir şeyin altına imza atmam dediği için korsan bir şekilde kitap yayınlanmış oluyor. 1965 sonrasında da kitap imha ediliyor.

Risale-i Nur talebeleri de özeleştiri yapmalı

Risale-i Nur talebelerinin Risale-i Nur hizmetini temsil ve takdim noktasında da hatalarına dikkat etmeleri gerekiyor. Risale-i Nur’a yönelik itirazlar noktasında bu itirazlara cevap vermek, bu itirazların eleştirisini yapmak kadar dönüp bizim de özeleştiri yapmamız gereken hususlar var.

Sadece Risale-i Nur’a saldırılmıyor

Sadece Risale-i Nur’a saldırılmıyor. Dikkat edersek, Risale-i Nur’un da içinde olduğu bütün İslamî ana omurganın sütunlarına saldırı oluyor. Sadece Bediüzzaman’a saldırılmıyor. Bediüzzaman’ın da dahil olduğu İslamî geleneğin taşıyıcısı bütün değerlerimize ve isimlere saldırılıyor. Hadislere de saldırılıyor. Nur talebelerinin Risale-i Nur’a yönelik saldırılara cevap verdiği gibi doğrudan hadislere, bizim olmazsa olmaz değerlerimize karşı olan taarruzlara karşı da aktif olmamız gerekiyor.

“Demokrasiyle olmuyor” algısı oluşturuluyor

Bu ülkenin şöyle bir problemi var. Bu ülkenin sekülerleri Mustafa Kemal’i, dindarları ise Abdulhamid’i aşamadılar. Dolayısıyla “Demokrasiyle olmuyor, demokrasi iyi bir şey değil! Bir tane adam olacak, o her şeyi biliyor olacak, her şeyi söyleyecek, yapın diyecek yapılacak. Böylece alem-i İslam kurtulacak!” diye düşünülüyor. Böyle olmamalı elbet. Esasında Allah’ın herkese vermiş olduğu akıl nimetini beraberce kullanabilmeliyiz.